27 Şubat 2015 Cuma

Adalet Ağaoğlu/Ölmeye Yatmak Romanındaki Eğitim Sorunsalı - Tuğba Fidan


"Kimlik bir süreç olarak, bir anlatı olarak, bir söylem olarak daima öteki’nin konumundan anlatılır."  Stuart Hall


1973’ te kaleme aldığı Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabı ve yazarın da ilk romanı olma özelliğini taşıyan Ölmeye Yatmak, Ankara’ nın puslu bir sabahında, on altı katlı bir otel odasında Aysel’ in ölmeye yatmasıyla başlar. Kendini öldürmek isteyen Aysel, idealist, Atatürk İlke ve İnkılaplarını benimsemiş, bir üniversitede akademisyen olarak çalışan aydın bir Türk kadınıdır. Öğrencisi Engin ile evlilik dışı bir ilişki yaşadıktan sonra yaşadığı duygu yoğunluğu, onu bir otel odasında intihara sürükler. Ölmeye yattığı 1 saat 20 dakika boyunca hayatını, ilişkilerini, kadın kimliğini, aile, okul, devlet gibi birçok kavramı, dış gerçekliğe gönderme yaparak yeniden kurgular. Ana karakter Aysel ile birlikte sınıf arkadaşlarının da hikâyesinin anlatıldığı romanın olay örgüsünde anlatıcı, sık sık geçmişte yaşanan (kurmaca) olayları şimdiki zamanda, yani ölmeye yattığı otel odasında biz okuyuculara aktaracak ve adeta geçmişle bir iç hesaplaşmasına bizleri de tanık edecektir.

Romanda ilk geçmişe dönüş, Dündar Öğretmen önderliğinde hazırlanan bir okul müsameresidir. Meslekler konulu gösteride, öğrencilerin her biri, farklı bir mesleği tanıtırlar. Aysel de modern, şehirli bir aydın kadını canlandırır. Çocuklar fark etmeden adeta gelecekteki hayatlarının ön provasını yapmaktadırlar.” …Başöğretmen, eski bir Ermeni evinden bozma okulun ikinci kat koridoruna geçti…”(S.3) Bilindiği gibi Selçuklularda ve diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’ nde de genelde dine dayalı bir eğitim sistemi vardı. 17. Yüzyılın sonlarından itibaren Batı karşısında ilk toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı Devleti’ nin gerilemeye devam etmesi üzerine Batının üstünlüğünün kabul edilmeye başlandığı 19. Yüzyıldan itibaren eski eğitim kurumlarının yanı sıra, diğer alanlarda da çeşitli seviyelerde modern mektepler açıldı. Bunlar; Rüştiye, İdadi ve Sultani adında orta dereceli okullarla Tıbbiye, Mülkiye gibi yüksekokullardı. Bu durum mektep- medrese ikiliğini meydana getirmiştir. Milli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişir. Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan kaldırıldığı bu dönemde, hedef alınan ana düşünce milli, çağdaş ve laik bir toplum meydana getirmektir.  Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar arasında eğitimdeki gelişmelerin en önemli adımı, 3 Mart 1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile atılır.  Bu kanunun yürürlüğe girmesinin ardından, medreseler kapatılmış, kız ve erkek öğrencilerinin karma olarak daha modern ve laik bir eğitim sistemi uygulaması planlanmıştır. Savaştan bitkin düşen ülke, Cumhuriyet’ in ilan edilmesinden sonra fiziki ve maddi imkânlar açısından eğitim ve öğretim kurumları yetersiz bir haldedir. Romanda da yeni bir okul binası inşa etmek yerine, eski bir Ermeni evinin, bir devlet kurumuna çevrildiğini görüyoruz.

“Merkezden gelen emirde, Batı’ ya pencere açılması isteniyordu… Polka illa gerekli miydi? Polkada oğlanlar kızlara sarılacaklar. Elele tutuşacaklar. Evet, belki Batı’ ya daha geniş bir pencere açılmış olacak, ama bütün kasaba halkı da ayağa kalktı. Çocuklarını okuldan geri almak isteyenler oldu.” (S.7) Müsamerede oynanan oyunlardan bir diğeri de Polkadır. Cumhuriyetle birlikte gelen ‘yeniliklere’ halk henüz alışmaya başlamışken, iki farklı cinsin-çocuk olsalar bile- birbirlerine temas ederek dans etmesine birçok anne baba karşı çıkmış, hatta çocuklarını okuldan almaya bile kalkışmışlardır. Diğer taraftan bakıldığında öğrenciler de bu duruma alışık değildirler. Bir Anadolu kasabasında toplum değerlerinin birbirine bir düğüm gibi dolandığı zamanda, ne olduğunu kestiremeyen geleceğin aydın insanları, birlerine oldukça uzak mesafede dans ederler. Müsamereyi izleyen veliler ise bu duruma şahit oldukları için günaha girdikleri düşüncesine kapılırlar. Yazarın burada dikkat çekmek istediği nokta, mevcut olan değer yargıları saf dışı edilerek, yerine daha uygar ve medeni bir toplum yaratmak adına, ‘merkezden gelen emirle’ yeni değer yargılarının halka empoze edilmesidir.

Romanın diğer bir karakteri olan Aydın,  ilçenin ortaokulu olmadığı için, kaymakam olan babası tarafından eğitimini tamamlaması için Galatasaray’ a yollanır. Aydın’ a göre bütün iyi aile çocukları Galatasaray’ da okumakta ve bu okulda okuyan insanlar, diğerlerinden seviye olarak daha üsttedirler.(S.42)  Nitekim okula başladıktan sonra, kendisi de yavaş yavaş ailesini, arkadaşlarını küçümsemeye başlar. Önceleri kaymakam olan babası onun için bir gurur kaynağıyken, artık babasını çok da takdir etmez, hatta ortaokulu babası yüzünden küçük bir yerde okuduğu için ondan utanır.(S.47) Ona göre mühim olan, iyi bir eğitim alabilmek, Fransızca bilmek, dans edebilmek Atatürk’ e yaraşır bir Türk genci olabilmektir. Yazdığı güncesinde Aysel’ in uzun eteği ve taktığı başörtüsüyle asla modern, çağdaş bir Türk kızı olamayacağından bahseder. 

İlkokulun bitmesinden sonra Aysel’ in babası Salim Efendi,  kızının eğitimine devam etmesine izin vermez. Dündar Öğretmen ve kaymakamın zorlamalarıyla sonunda ikna olur ve Aysel’ i okuması için Ankara’ ya teyzesinin yanına gönderir. Bir yandan eniştesinin götürdüğü “garten party” gibi medeni yerlere gittiği için gururlu olan Aysel’ in yeni okulunda kılık kıyafetinden dolayı arkadaşları tarafından dışlandığı için üzüntü duyduğunu arkadaşıyla mektuplaştığı bölümlerde görmekteyiz. Aysel kadar şansı olmayan, tutucu bir aile tarafından yetiştirilen sınıf arkadaşı Semiha, ilkokulu bitirdikten sonra “uygun” bir kısmetle baş göz edilmiştir. Okuma arzusuyla aile baskısı arasında ezilen Semiha, eğitimine devam edemediği için duyduğu üzüntüyü Aysel’ e yazdığı mektupta dile getirir. Başka bir sınıf arkadaşı olan Ali, ilkokul bittikten sonra tarlada çalışarak ailesine yardım etmektedir. Fakat bir gün Dündar öğretmenle yaptığı konuşmadan sonra okumak ve medeni bir insan olmak istediğine karar veren Ali, Ankara’ da 1. Erkek Sanat Okulu’ na yazılır. Bir taraftan okula gider diğer yandan da Şakir Ağa’ nın otelinde yamak olarak çalışır. Artık hem kalacak yeri hem de bir amacı vardır: Adam olmadan köyüne dönmeyecektir.

Medenileşme yolunda hızla ilerleyen ülkede, yapılan bunca yeniliklerin aksine, siyaset alanında aklın özel ve kamusal kullanımı yasaklanmıştır. Buna göre; birey, umumi ortamda siyasetle ilgili fikirlerini açıkça söyleme hakkına sahip değildir. Romanda, Aydın arkadaşlarıyla siyaset hakkında tartışma yaptığı duyulunca kendisine uyarı cezası verilmiş, arkadaşları tarafından da dışlanmıştır. Bursa Askeri Lisesi’ nde okuyan Ertürk ise, Andre Gide’ nin Dar Kapı’ sını okuyarak “ahlakdışı” bir harekette bulunduğu için cezalandırılmıştır. Bu ilk suçundan sonra bağışlanan Ertürk, bir daha oku diye verdiklerinden başka hiçbir şeyi okumamayı, düşün dediklerinden başka hiçbir şeyi düşünmemeyi öğrenmiştir.(S.171) Hatta o dönemde bunun gibi birçok edebi eserlerin okunması yasaklanmıştır. Aynı şekilde romanın başkarakteri Aysel de bu sorunu şöyle dile getirmektedir: “… Eksik olanları ortaya çıkarmak ve değerlendirmek için neden ille yabancı bir ülkede bulunmak gerekiyordu? Mantık kitaplarından onlar da düşünme yöntemlerini, doğruyu saptama yöntemlerini öğrenmişlerdi. Kitaplardan öğrendiklerinin hayatla hiçbir ilintisi yokmuş gibi yaşamasız kalması nedendi? (S.454) Yaşları daha küçükken, merkezden gelen emirle kız erkek birlikte dans ettirilirken, sonraları bir erkek ile bir kızın konuşması, yanyana oturması toplum tarafından kabul görülmeyen bir durum olmuştur. İnsanlar medeni olmak için ne kadar çabalarsalar da, geleneksel değer yargılarını kırmak oldukça güç, neredeyse imkânsızdır. Bu nede


nle uygar bir toplum projesine karşı çıkan aileler ile Atatürk’ün belirlediği ve gençlere verdiği vazifelerin yerine getirmek için çabalayan Aysel ve arkadaşları, romanda kurgusal düzlemde bir var olma savaşı vermektedirler.

Sonuç olarak, Cumhuriyet’ in kurulmasıyla birlikte birçok devrimin maruz kaldığı toplumun, var olan geleneksel değerler ile yapılan yenilikler arasında var olmaya çalışan insanları imgeleyerek okuyucuya aktaran ve edebi açıdan eleştiren bir romandır Ölmeye yatmak. Canlandırdıkları mesleklerden çok farklı yerlerde olan Aysel ve sınıf arkadaşları, bütün bu siyasi, medeni, modern toplum içinde sıkışıp kalmışlardır. Her ne olursa olsun Atatürk İlke ve İnkılaplarına göre uygar bir Türk kadını olmayı hedefleyen Aysel’ i roman boyunca sürekli bir çaba içinde olduğu açıktır fakat amacına ulaştıktan sonra da birçok şeyin eksikliğini duymaktadır. Yaşam tarzı, eğitim durumu, mesleğini ona anlamsız gelmeye başlar ve özgürlüğünü 25 yaşındaki öğrencisiyle ilişkiye girerek kanıtladığını dile getirir. Tüm bu düşünceleri ve arada kalmışlığı onu intihara sürükler. Aslında Aysel’ in kocasını aldatması, bir nevi bu güne kadar peşinden gittiği Cumhuriyet ideolojisinden ve kolektif aydın kimliğinden vazgeçmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Adalet Ağaoğlu – Dar Zamanlar- Ölmeye Yatmak, İş Bankası Yayıınları
http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/II4.pdf