Künstlerroman
kavramını Türkçeye çevirdiğimizde bu kategori sanatçı romanı olarak karşımıza
çıkar. Sanatçı romanı aslında Bildungsroman'ın bir alt kategorisi, tarihe
baktığımızda ilk köklerini erken romantik dönemde vermiştir. Daha sonra
"fırtına ve coşku" dönemi ile birlikte sanatçı olma kavramı dahi olma
kavramıyla bir tutulmuştur. Dahi sanatçı, aydınlanma çağının getirdiği
kavramlardan biri olmuştur. Yaratıcılık, sanatçı olmanın baş koşulu olarak
görülmüş ve sanatçı kişiliği, tanrısallaştırılmıştır.
Bu romanda Grenoille
bir sanatçı olarak betimlendiğinde ve bir sanatçının romanını okumaya niyetlendiğimizde
Süskind'in bu türü, bir parodi malzemesi yaptığını görürüz. Parodi, belli bir
sanat tarzını, bir şahsı veya belli bir grubu taklit ederek, onun gülünç veya
abartılı yanlarını ön plana çıkartmak ve abartmak yoluyla eleştirmeyi ya da
sadece güldürmeyi amaçlayan bir eser ortaya koymayı hedefleyen sanat dalıdır.
Sanatçı romanının
konusuna değinecek olursak; genç bir sanatçının sanatçı olma evrelerinde
karşılaştığı toplumsal ve kişisel zorlukları, güzellikleri ya da felaketleri
ibret verici olaylar örgüsünde anlatan bir anlatı türüdür. Bildungsroman'da ki
birey, sonunda topluma uyum sağlar.Sanatçı romanında ise sanatçı, genelde topluma uyum sağlamanın
aksine içindeki fırtına ve coşku sonucunda topluma tamamen yabancılaşır, kendi
içindeki hırslarının ve yaratıcı gücünün esiri durumuna düşerek çoğu zaman kendi
sonunu kendisi hazırlar. Fırtına ve Coşku dönemiyle birlikte bir
"Geniekult" kavramı da doğmuş ve sanatçı kişi "dahi" olarak
tanımlanmaya başlanmıştır.
Bizim kahramanımız
Grenoille işte böyle dahi bir sanatçıdır, postmodernin kurgusal dünyasında. Daha
kitabın ilk sayfasında Süskind bize Grenoille'un hangi dahi sanatçılar
kategorisine ait olduğunu göstermektedir.
Onsekizinci yüzyıl
Fransası anlatılırken, dahi ve iğrenç kişiler yönünden bu yüzyılın hiç de
yoksul olmadığı söylenmektedir. Grenoille de bu kişiler arasında bir bakıma en dahileri
ve en iğrençleri olarak yer almaktadır. Tarihte gerçekten yaşamış olan de Sade,
Saint Just Fouche ve Bonabarte gibi isimlerle adı birlikte anılan
Grenouille, en az onlar kadar kendini beğenmiş, insan saymaz, ahlaksız
ve allahsız olarak tanımlanmaktadır. Onlar kadar duyulmamış olmasının nedeni
ise hırsını ve dehasını bu karanlık ve mendebur dahiler gibi tarihte iz
bırakmamış bir alanda, kokular dünyasında kullanmış olmasıdır. Burada ahlaksız,
allahsız, mendebur ve insan tanımaz dahi olarak adı geçen de Sade (d. 2 Haziran 1740 - ö. 2 Aralık 1814)
Fransız aristokrat ve felsefe yazarıdır. Erotik edebiyat'ın önemli
yazarlarındandır, genellikle sert pornografik yazılar yazmıştır. Yaklaşık 29
yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri
Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Sadizm'in kökeninin onun
yazdıklarına dayandığı bilinir. Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri
dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu
savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde
hapsedildi; Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm"
kavramı adından türetilmiştir. De Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde
insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini
verir. De Sade kişilerarası ilişkilerde,
insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi
yararını koruma olur der ve bu kendi
yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak
"sadizm"e varılacağını savunur.
Burası önemli çünkü Grenoille 'de de roman boyunca bu insansı yanının yokluğu ile
karşı karşıya kalıyoruz ve bu yokluğun
onu nasıl sadist bir sanatçılık anlayışına götürdüğünü ve sürüklediğini görüyoruz. De Sade gibi
tarihte gerçekten yaşamış olan bir dahi ile adını yan yana gördüğümüz
kahramanımız Grenoille' e dönecek olursak, Süskind bize nasıl bir sanatçıyla
karşı karşıya kalacağımızın ipuçlarını biraz da olsa önceden vermiş oluyor. Gerçekten
de Grenoille 'in doğumundan itibaren hayatına, gelişimine ve yaşadıklarına tanıklık
ettiğimiz bu romanda, Grenoille, en mendebur şekilde tasvir edilmiş insandan
başka her şeye, kimi zaman bir kurbağaya
kimi zaman bir keneye ya da bir şeytana benzetilmiştir. Her türlü pisliğin
içinde ve her türlü pisliği yiyerek hayatta kalışının amacı ise sırf kötülük ve
inat için olarak tasvir edilmiştir. "yaşamaya
sırf inat sırf kötülük olsun diye karar vermişti"(sf/28) Bu insan dışı
yaşam biçimi içerisinde Grenoille zamanla kendinde koku algılama yeteneğinin
üst düzeyde olduğunu fark etmeye başlar ve herşeyi kokusundan tanıyan, varolmayan
kokuları bile beyninde yaratmayı başaran bu yeteneğinin peşinden gitmeye karar
verir. Havadaki her türlü koku moleküllerini en ince birimine kadar ayrıştırabilen,
herşeyi kokusundan tanıyan, geleceği görürcesine her türlü maddi varlığın
kilometrelerce uzağında da olsa kokusunu duyarak varlığından haberdar olan
Grenouille, bu özelliğinin iyice farkına vardığında, bu tutkusunu ve yeni
kokular yaratmada ki abartılı iştahını doyurmak için her türlü sadistliği ve
kötülüğü de doğal bir şeymiş gibi hayata geçirerek amacına hizmet edecektir. Bu
amaç doğrultusunda romanı okuduğumuzda Grenoille'un hayatı aşama aşama karşımıza çıkar .
Doğumu ve çocukluğu
pislik içinde geçmiştir, daha en başında toplum tarafından dışlanmış, sevilmemiş, bir yaratık bir şeytan olarak görülmüştür.
Çünkü Grenoille 'un kendisine ait bir kokusu yoktur ve bu kokusuzluğu onu tam
da bu toplumda değersiz kılmıştır. Bir yanda kendi gibi olmayanı dışlayan bir
toplum öte yanda zihinsel faaliyetleri üst noktalarda olan sanatçının toplum
içinde bu zihnini bedenlendirememesi sendromu. Bu bağlamda sanatçı kimliğe sahip olmak zaten baştan bir
handikaptır aslında .
Grenoille henüz kendisi hakkındaki bu gerçekten haberdar değildir.
Aslında romanın bu bölümünde kahramana içten içten bir sevgi besler okur. Çünkü
Grenoille sevilmiyordur. Bir koruma içgüdüsü belirir insanda bu sevilmeyişine
karşı.Çünkü Grenoille masumdur da aynı zamanda . Tek kusuru tüm kokuları
algılayabildiği halde kendisinin kokmamasıdır.
Grenoille 'un ilk çocukluk yılları daha henüz bu kokularla
ne yapabileceğini bilmediği yıllardır, sadece kokular dünyasında yaşadığı için
o dünyayı kendisine yuva yapmış ve sokaklarda her türlü kokuyu beyninde bir bir
istifleyerek bunlardan yeni kokular yaratarak ruhunun tek gıdası olan bu
durumla biraz olsun yaşadığının ayrımına varmıştır.
Bir gün aniden burnuna gelen sarhoş edici bir kokuyla
irkilir. Daha önce hiç tanımadığı beyninin en ince kıvrımlarına varana kadar
tarayıp da bulamadığı bu koku! Bu muhteşem koku! Burnunun o şaşmaz pusulasının
altında kokunun peşine düşer yolu onu gencecik masum ergen bir bakire kızın
yanına sürükler. Kızın yaydığı koku Grenoille 'un aklını başından almıştır, düşündüğü tek şey
bu kokuya sahip olması gerektiğidir. Hiç düşünmeden kızı bir hamleyle öldürerek
kokusunu iliklerine kadar bir çiçeği solduruncaya kadar koklarcasına içine
çeker. Koklanmadık tek bir zerresini bırakmaz.
Aniden karşı
karşıya kaldığımız bu öldürme sahnesiyle Grenoille masumiyetine ilk kan
lekesini de bulaştırmış olur. İçindeki karşı konulmaz "sahip olma" isteği
bir cinayetle hayat bulur ve sanatçılık hayatının ilk adımını da böylelikle
atmış olur. Grenouille bu ilk öldürme deneyimiyle kokular dünyasında kendisini
daha birçok şeyin beklediğini anlar. Hiçbir pişmanlık ve insani duygu
hissetmeden kızın kokusunu sonuna kadar koklamış olmanın verdiği mutlulukla
hayatının amacını da kavrar;
"Mutluluğun ne olduğunu şimdiye kadarki
ömründe bilmemişti çok çok seyrek olarak belirsiz bir hoşnutluk duyduğu olmuştu
oysa şimdi mutluluktan titriyor sonsuz mutluluğu uyumasına engel oluyordu
yeniden doğmuş gibiydi; hayır yeniden değil ilk kez doğmuş gibiydi çünkü şimdiye
kadar öz bilinci bulanık kalmış herhangi bir hayvan gibi yaşamıştı, ama bugün
gerçekten kim olduğunu sonunda öğrenmiş gibiydi: düpedüz birde dehaydı, artık
biliyordu ki hayatının bir anlamı bir hedefi bir amacı vardı; kokular
dünyasında devrim yapmak gibi yüce bir amaç! gelecekteki hayatının pusulasını
bulmuştu ve nasıl dışarıdan gelen bir olay bütün dahi mendeburların ruhundaki
sarmallar kargaşasına dümdüz bir yol çizmişse grenoulle da yazgısı nın yönü diye
belledigi gidişten ayrılmadı. Şimdi anlıyordu neden o kadar büyük inat ve
dirençle hayatta kaldığını; bir koku yaratıcısı olması gerekiyordu da ondan, herhangi
bir koku yaratıcısı da değil bütün zamanların en büyük parfümcüsü
olacaktı"
"Bu
harika nın başında yer alan şeyinse bir cinayet olduğu, ola ki farkında idiyse,
umrunda bile değildi."(sf/50-51-52)
Burada görüyoruz ki
sanatçı Grenouille, sanatının tüm gereklerini,
tutkuları uğruna ve kendi iç dünyasındaki yaratıcılığının doyumu uğruna
her türlü ahlaki ve insani değerlerden sıyrılarak bir cinayeti bile işleyecek
konuma gelerek yerine getirecektir. Üstelik en ufak bir üzüntü bir pişmanlık duymadan.
Grenoille 'un sanatındaki yaratıcılık
burada toplumsal bir fayda olarak topluma
değil sadece kendi hırs ve tutkularına
hizmet edecektir. Bu da akla şu soruları getirmektedir; sanat uğruna,
daha açık bir ifadeyle bilinmeyeni yaratmak uğruna ne kadar ileri gidilir,
yaratıcılığın özündeki sınırsızlık duygusu ne kadar kullanılabilinir? Sınırlanmış
bir yaratıcılıktan söz edilebilir mi?
Grenouille yaratmak
istemektedir, sınırsızca, özgürce yaratmak.
Bu doğrultuda parfümcülüğün bütün detaylarına hakim olmak için Baldini
adlı bir parfümörün yanında çıraklığa
başlar. Romanın bu bölümünde bir sanatçının çıraklık yıllarında edindiği
deneyimler ve bilgiler Grenouille'un yaratıcılığı
kapsamında anlatılır.
Baldinini ünlü bir parfümördür fakat bu ünü yaratıcılığının
sonucu değil sadece kurallara ve formüllere bağlı kalışı ile ortaya koyduğu
eserlerinde görülür. Baldini burada kurallara bağlı klasik dönem sanatçıyı
temsil eder. Sanatın her bir detayını formülleyip kurallara ve disipline
bağlayan bu adam ironiktir ki bu formüller çerçevesinde bile kendisi bir parfüm
yaratamamış sadece taklit ederek ve var olan parfümlerin formül hırsızlığını
gerçekleştirerek hak etmedigi bir servete ve üne sahip olmuştur. Halbuki
Grenouille 'un sihirbaz burnu kural tanımaz bir asidir. Klasik sanat anlayışına
ilk baş kaldırış bu asi burunla başlar.
Baldini ise formül ve kurallara gerek duymadan, kokular
dünyasında devrim yaratabilen bu yaratıktan en üst düzeyde faydalanmanın, ününe ün, servetine servet katmanın
derdindedir.
Grenouille burada kokuyu yaratmanın en önemli adımlarından
biri olan damıtma işlemini ve parfümcülüğün dilini en ince ayrıntılarına kadar
öğrenir.
Gerçi Grenouille 'un bu formüllerin ya da bu kuralların
hiçbirine ihtiyacı yoktur o zaten bir koku dehasıdır. Fakat sanatını içinde
bulunduğu mevcut koşullarda icra edebilmek için iki şeye ihtiyacı vardır .
Toplumda rahat rahat dolaşabilmesi ve kendisini koruyabilmesi için kalfalık
belgesi ve maddelerden öz kokularını nasıl çıkaracağının bilgisi.
Grenouille bu çıraklık yıllarında en çok damıtma sanatıyla
ilgilenir. Nesnelerin ruhundaki kokuyu çıkarıp çekmek ve bunu
maddeleştirebilmek ona sonsuz bir mutluluk ve yaşam kaynağı bahşediyordu. Böylelikle
bulduğu her bitkinin, her türlü otun, baharatın ruhundaki öz kokuyu çıkarabiliyordu.
Kafasında tasarladığı kokuları yaratabileceği fikri onu inanılmaz derecede
heyecanlandırıyor ve ayakta tutuyordu. Çünkü Grenouille sadece var olan
kokuları birbirine katıp karıştırıp işlemiyordu o aynı zamanda büyük bir koku tasarımcısıydı
ve şimdi hayalinde istiflediği bütün o tasarımsal kokularını hayata geçirmek
istiyordu.
Fakat bu damıtma işlemi kafasındaki bazı nesnelerin kokusunu
çıkarmaya yetmediğinde sonsuz bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kalır. Uçucu
yağı olmayan maddeleri damıtamıyor buda tasarladığı kokularını hayata geçiremiyeceği anlamına geliyordu .Bu
uğurda binlerce deneyler yapmış olsa da her seferinde başarısızlıkla karşı
karşıya kalıyordu. Grenoille yaratıcılığına araç bulamadığını fark ettiğinde
ise amacına ulaşamayacağının verdiği büyük bir buhran sonucu hastalanır.
Ruhunu doyuramayan
sanatçının gün be gün solması gibi şimdi grenoille de soldurduğu o masum kız
gibi soluyor ve çürüyordu. Grenoille bu acıyla tam ölmek üzeredir ki Baldini
'den bir maddeden koku elde etmek için ezme ve damıtmadan başka yollarında
olduğunu öğrenir, bu ise güneyde özellikle Grasse şehrinde uygulanan bir
yöntemdir. Yağ icinde çiçekleme yöntemi ile maddeden koku elde etmesi
mümkündür. Bu bilgi Grenouille 'nun tekrar yaşama dönmesi için yeterlidir. Yaratma
yetisinin çıkmaz sokağa saptığını gören Sanatçının ruhunun çektiği ölüm acıları
ve karanlığın sonunda beliren ışıkla tekrar hayata tutunması, aslında öyle üst
bir egonun ürünüdür ki, henüz belkide insan bile olamadan yaratıcı olmak
istemenin hırsının yansıması. Yaratamıyorsam ölmeliyim çünkü başka türlü var
olmam mümkün değil anlayışı. Çünkü yaratamayan sanatçının gidecek varacak yeri
de kalmamıştır bu anlamda.
Romanın ikinci
bölümünde Grenouille Paris'den ayrılır ve yollara düşer bu esnada tam yedi yıl
toplumdan, insanlıktan uzakta, kendi bedenini zor sığdırdığı ama ruhunun sarayında
efendisi olduğu bir mağarada imgeleri ve kokularıyla yaşayarak kendisine ait
koku dünyasında her türlü sorumluluktan, insanlardan ve toplumsal olaylardan uzak
bir şekilde yaşamaya başlar. Bu Grenouille için büyük bir mutluluk kaynağıdır.
Dünya yanıp yıkılsa umurunda bile değildir. Yine burada da sanatçının kendisini
toplumdan ve insanlardan soyutlayarak, fildişi kulesine kapanıp ve hiçbir
şekilde sorumluluk bilinci taşımayarak bencilce yaşaması vurgulanmıştır.
Her gün ceşit çeşit kokular yaratmış bu yarattıklarını
belleğinde tek tek düzenlemiş, yarattığı kokulara hayran olmuş, bu hayranlık
onu sarhoş edecek kadar aklını başından almıştır. Hatta ve hatta kendisiyle o
denli gurur duymuştur ki kendisini, aslında varlığına hiçbir zaman ihtiyaç
duymamış ve inanmamış olan, tanrı yerine koymuştur. Burada yine ironik bir
durum söz konusudur. Ve böylece günler haftalar aylar geçer ve bu durum tam
yedi yıl sürer. Dış dünyaya kendisini kapatan ve toplumdan kendisini soyutlayan
sanatçının tutunduğu bu tavır, o esnada dış dünyada aslında büyük savaşların yaşanıyor olmasıyla çarpıçı
bir biçimde ortaya konur." bu
sıralar dış dünyada savaş hüküm sürüyordu hem de dünya savaşı... "(Sf/ 142 )
Grenouille ise kendi yalnız dağında sadece kendi ruhunun
yarattığı ülkesinde mutlu mesut yaşıyordur. Bütün bu sırça köşkte yaşama dönemi
birgün Grenouille'un kendi kokusunun olmadığını fark etmesiyle son bulur. Her şey
netleşir neden hep dışlandığının ve sevilmediğinin nedenini anlar. Çünkü
kokmuyordur, pis de olsa kokmuyordur. İnsanlarla arasında kimyasal bir
etkileşim yoktur. Bu farkındalıkla Grenoille sırça köşkünü terk eder ve en yakın
kasabaya saçı başı uzamış korkunç bir şekilde giriş yapar. Tabi bu kasabanın da
bir dahisi vardır, her köyün delisinin olduğu gibi.
Marki adlı bu sözde bilim adamı toprağın derinliklerinin ölü
gaz ürettiği savını tam da Grenoille'u o korkunç haliyle gördüğünde, birde
üstüne Grenoille'un 7 yıl bir mağarada yaşadığını öğrendiğinde bu teorisini
Grenoille üzerinde gülünç tasarruflarda bulunarak ispatlamak ister.
Grenoilley'u alır, aklar paklar, traş eder, giydirir yıkar, temiz hava üfleyen
bir odaya sokar ve elde ettiği eline yüzüne bakılır adamı halka bir mucize
olarak sunar. Romanın belki de parodisel olarak en can alıcı noktası burasıdır.
Aydınlanmanın şaklaban dahilerine burada ciddi bir eleştiri vardır. Özellikle
halkı geleneklerinden, geçmişinden, toprağından kopararak, tek tip ve akıllı
bir zümre yaratmak isteyen Aydınlanmacıların, bunu halkı yontup biçerek, kendilerince
şekillendirip "işte aklın zaferi!" diye sunmaları trajikomik bir şekilde
Süskind'in kaleminden eleştirel bir şekilde nasibini almıştır. Grenoille ise bu
olup bitenlere aldırmaz, amacı bir an önce kendisine insan kokuları yaratmaktır
ve yaratırda. Grenouille bu sayede toplumda da yavaş yavaş fark edilir
olmuştur. Fakat bu durum Grenouille için yeterli değildir mademki basit bir
insan kokusu yaratarak fark edilebilir olmuştur o halde en güzel kokuyu, bir
melek kokusu yaratarak insanlığı büyüleyip etkisi altına alabilirdi ve
kendisini bu sayede herkese sevdirebilirdi.
Yazar, kahramanının
bu arzusunun; akıl sağlığı yerinde, delirmemiş
ya da aklını kaçırmamış biri tarafından istendiğini özellikle vurgular.
"insanlar
üzerinde egemenlik kurma tasarısını geliştirirken sevincinden delirmiş değildi.
Gözlerinde çılgınca bir kıvılcımlanma yoktu, yüzüne bir kaçıklık ifadesi
oturmamıştı. Kendini kaybetmiş değildi. Aklı o kadar yerinde düşüncesi öyle
açıktı ki kendi kendine bunu niçin istediğini soruyordu. Ve kendine yanıt
veriyordu: İstiyordu çünkü katbekat kötüydü. Ve bu arada gülümsüyordu ve çok
hoşnuttu. Mutlu olan herhangi bir insanın iyice masum görünüşü vardı
üstünde."(sf/166)
Görüldüğü gibi
aslında Grenouille burada büyük bir aydınlanma yaşamıştır. Aklı yerindedir, düşüncesi
açıktır. Akla yapılan vurgular bunu göstermektedir fakat bu aydınlanma onun
cinayet işleyerek, tutkularına hizmet etmesi için insanları egemenliği altına
almasını isteyerek ve herkesin
büyülenmiş bir şekilde kendisini sevmesine yönelik tasavvur ettiği çarpık ve
sapkın bir aydınlanmadır.Tıpkı Aydınlanma'nın
masum yüzünün faşist edimi gibi .Üzerindeki bütün geleneksel giysilerin çıkarılarak
geçmişinden, kültüründen, dilinden, inançlarından ,batıllıklarından yontularak
kurtarılmak istenen halk , tek tip insan yaratmadaki o masum(!) isteğin
sonuçları değil miydi? Bu yolun sonu değil miydi Faşizmi besleyip ötekine
tahammül edemeyen zihniyetin doğuşu?
Kahramanımıza dönecek
olursak yolculuğunun Grasse ayağında Grenouille bir parfüm atölyesinde
çalışmaya başlar. Burada çiçeklerin kızgın yağlara atılarak ya da yağlı
çarşafların sarılarak kokularını nasıl verdiğini öğrenir bu sayede artan
zamanlarında kendisine çeşitli insan kokuları yapmaya başlar bunlar bazen
dikkat çekmeme kokusu bazen masumluk kokusu bazen yalnızlık bazen ise alçak
gönüllülük kokusudur. Bu kokular sayesinde topluma karışır ve ihtiyaç duyduğu
duruma göre kokular sürerek bir çeşit kimlik maskelemesine başvurur. Bu sayede
amacına daha da yaklaşmayı hedeflemektedir. Elbise değiştirir gibi her duruma
göre kokusunu değiştirerek toplumda kimliksiz bir kimlik edinmeyi başarmıştır. Grenoille
bencilce ve sadistçe bu amacını ilk önce hayvanlar üzerinde dener "kış sinekleri avlıyordu, kurtçuklar, sıçanlar
küçücük kediler sonra sıcak ya da bu yoğurdu bunları" (sf/195)
Grenouille artık sadist sanatçılığının ustalık yıllarına
girmiştir. Bir maddeden koku çıkarabilmenin yollarını en ince ayrıntısına kadar
öğrenmiş, şimdi ise insanlığı büyüleyecek olan o ulvi kokuyu yaratmak için
harekete geçecektir. Bu uğurda ise tam yirmibeş bakire ve masum kızı öldürerek
o melek ve eşsiz kokularını elde etmeyi başarır. Grenoille kızları bir hamlede
öldürüyor yağlı çarşaflara sarıyor saçlarını kesiyor ve vücutlarındaki her koku
zerresini şişelere hapsediyordu.
Sanat için insanlık suçu işlemekten hiç çekinmeyen
Grenoille'un bu durumu Hitler’in ünlü "ölüm meleği" lakaplı doktoru Mengele ile büyük
benzerlikler göstermektedir. Grenoille sanatı için bir "melek kokusu"
yaratmak isterken insanların azraili olmuştur. Mengele gibi bir dahinin ise
"ölüm meleği" lakabıyla yaratıcılığını en üst seviyede göstermek
istemesi tam 2 milyon insanın işkence ve tüyler ürpertici deneylere maruz
kalarak sözde bilime hizmet etmeleri gibi ulvi bir amaç uğruna ölmeleriyle
sonuçlanmıştır. Bir insanın ne kadarlık bir basınç biriminde patlayacağını insanları
basınca maruz bırakarak patlatan, buz dolu küvetlerde insanları yatırarak donma
sahnelerini gözlemleyen yada kahverengi gözlü insanları mavi renkli göze nasıl
çevirebileceğini öğrenmek için gözlerine kimyasal maddeler enjekte eden bu ölüm
meleği de sanatını konuşturmamış mıydı?
Grenoille amacına ulaşır o eşsiz parfümü yaratır ve bir
damlası bile insanları büyülemeye yeter. İnsanlarda o kadar büyük bir hayranlık
oluşur ki, kapıldıkları bu haz dalgasına karşı Grenoille 'in katil olmadığına
inanılır, sevgi akar sevgi taşar her yerden. Bu büyülü durum karşısında
insanların aniden birbirlerine olan cinsel yaklaşımları değişir. Bedensel
zevkleri her şeyin üstüne çıkmıştır. Bütün erdemlerini bertaraf eden bu Haz
duygusu onları birbirleriyle sevişmeye kadar götürür. Kim kimin eşidir belli
değildir bir önemi de yoktur. Bütün bastırılmış duygular bir patlamayla ortaya
çıkar ve insanlar çırılçıplak topluca bir zevk arenasında kendilerinden geçer .
Grenoille şaşırır, yarattığı
koku insanları büyülemiş ve kendisini darağacından kurtarmıştır fakat kimse
gerçekten kendisini sevmemiştir. İnsanlar sadece yaratmış olduğu bu maskenin
sarhoşluğu ve büyüsü altındadırlar.
Grenoille elinde parfüm şişesiyle Paris’e geri döner. Halkı gözü
önünde bütün bir şişeyi üzerine boşaltır ve gözleri kamaşan halk tarafından
büyük bir sevgi(!)ve iştahla bir çırpıda yenilip bitirilir. Sanatçı Grenoille
böylelikle kendi canavarını yaratmıştır. Tıpkı 18yy Avrupasının Aydınlanmasıyla
kendi canavarını yarattığı gibi.
Süskind postmodern bir anlayışla okuru bir zaman makinesinde
yolculuğa çıkarmış, geçmis dönemlerin sanat ve sanatçı kavramlarına ve bu
olguların toplumsal ve kişisel etkilerine bir projektör yakmış ve bu esnada günümüz
postmodern dünyasına da değinmiştir.
Romanın sonunda o büyülenmiş halk Grenoille 'u büyük bir aşk
ve iştahla yamyamlar gibi yer ve bitirirler.
Postmodern dünyada her şeyin büyük bir aşkla hızlıca tüketilip
yok edildiği bu çağda, aslında hepimiz birer yamyam değil miyiz?
Kaynakça:
▪KOKU (Süskind,Patrick /Aralık 2013 Can yayınları , çevirmen
;Tevfik Turan)