16 Şubat 2015 Pazartesi

Patrick Süskind'in Koku Adlı Romanının Bir "Sanatçının Romanı" (künstlerroman) Olarak İncelenmesi - Özlem Bayram


  Künstlerroman kavramını Türkçeye çevirdiğimizde bu kategori sanatçı romanı olarak karşımıza çıkar. Sanatçı romanı aslında Bildungsroman'ın bir alt kategorisi, tarihe baktığımızda ilk köklerini erken romantik dönemde vermiştir. Daha sonra "fırtına ve coşku" dönemi ile birlikte sanatçı olma kavramı dahi olma kavramıyla bir tutulmuştur. Dahi sanatçı, aydınlanma çağının getirdiği kavramlardan biri olmuştur. Yaratıcılık, sanatçı olmanın baş koşulu olarak görülmüş ve sanatçı kişiliği, tanrısallaştırılmıştır.


  Bu romanda Grenoille bir sanatçı olarak betimlendiğinde ve bir sanatçının romanını okumaya niyetlendiğimizde Süskind'in bu türü, bir parodi malzemesi yaptığını görürüz. Parodi, belli bir sanat tarzını, bir şahsı veya belli bir grubu taklit ederek, onun gülünç veya abartılı yanlarını ön plana çıkartmak ve abartmak yoluyla eleştirmeyi ya da sadece güldürmeyi amaçlayan bir eser ortaya koymayı hedefleyen sanat dalıdır.

   Sanatçı romanının konusuna değinecek olursak; genç bir sanatçının sanatçı olma evrelerinde karşılaştığı toplumsal ve kişisel zorlukları, güzellikleri ya da felaketleri ibret verici olaylar örgüsünde anlatan bir anlatı türüdür. Bildungsroman'da ki birey, sonunda topluma uyum sağlar.Sanatçı romanında ise  sanatçı, genelde topluma uyum sağlamanın aksine içindeki fırtına ve coşku sonucunda topluma tamamen yabancılaşır, kendi içindeki hırslarının ve yaratıcı gücünün esiri durumuna düşerek çoğu zaman kendi sonunu kendisi hazırlar. Fırtına ve Coşku dönemiyle birlikte bir "Geniekult" kavramı da doğmuş ve sanatçı kişi "dahi" olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

  Bizim kahramanımız Grenoille işte böyle dahi bir sanatçıdır, postmodernin kurgusal dünyasında. Daha kitabın ilk sayfasında Süskind bize Grenoille'un hangi dahi sanatçılar kategorisine ait olduğunu göstermektedir.

   Onsekizinci yüzyıl Fransası anlatılırken, dahi ve iğrenç kişiler yönünden bu yüzyılın hiç de yoksul olmadığı söylenmektedir. Grenoille de bu kişiler arasında bir bakıma en dahileri ve en iğrençleri olarak yer almaktadır. Tarihte gerçekten yaşamış olan de Sade, Saint Just Fouche ve Bonabarte gibi isimlerle adı birlikte  anılan  Grenouille, en az onlar kadar kendini beğenmiş, insan saymaz, ahlaksız ve allahsız olarak tanımlanmaktadır. Onlar kadar duyulmamış olmasının nedeni ise hırsını ve dehasını bu karanlık ve mendebur dahiler gibi tarihte iz bırakmamış bir alanda, kokular dünyasında kullanmış olmasıdır. Burada ahlaksız, allahsız, mendebur ve insan tanımaz dahi olarak adı geçen de Sade  (d. 2 Haziran 1740 - ö. 2 Aralık 1814) Fransız aristokrat ve felsefe yazarıdır. Erotik edebiyat'ın önemli yazarlarındandır, genellikle sert pornografik yazılar yazmıştır. Yaklaşık 29 yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Sadizm'in kökeninin onun yazdıklarına dayandığı bilinir. Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde hapsedildi; Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm" kavramı adından türetilmiştir. De Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini verir. De Sade  kişilerarası ilişkilerde, insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma olur der ve bu  kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizm"e varılacağını savunur.

Burası önemli çünkü Grenoille 'de de  roman boyunca bu insansı yanının yokluğu ile karşı karşıya kalıyoruz ve bu yokluğun  onu nasıl sadist bir sanatçılık anlayışına götürdüğünü  ve sürüklediğini görüyoruz. De Sade gibi tarihte gerçekten yaşamış olan bir dahi ile adını yan yana gördüğümüz kahramanımız Grenoille' e dönecek olursak, Süskind bize nasıl bir sanatçıyla karşı karşıya kalacağımızın ipuçlarını biraz da olsa önceden vermiş oluyor. Gerçekten de Grenoille 'in doğumundan itibaren hayatına, gelişimine ve yaşadıklarına tanıklık ettiğimiz bu romanda, Grenoille, en mendebur şekilde tasvir edilmiş insandan başka her şeye, kimi zaman  bir kurbağaya kimi zaman bir keneye ya da bir şeytana benzetilmiştir. Her türlü pisliğin içinde ve her türlü pisliği yiyerek hayatta kalışının amacı ise sırf kötülük ve inat için olarak tasvir edilmiştir. "yaşamaya sırf inat sırf kötülük olsun diye karar vermişti"(sf/28) Bu insan dışı yaşam biçimi içerisinde Grenoille zamanla kendinde koku algılama yeteneğinin üst düzeyde olduğunu fark etmeye başlar ve herşeyi kokusundan tanıyan, varolmayan kokuları bile beyninde yaratmayı başaran bu yeteneğinin peşinden gitmeye karar verir. Havadaki her türlü koku moleküllerini en ince birimine kadar ayrıştırabilen, herşeyi kokusundan tanıyan, geleceği görürcesine her türlü maddi varlığın kilometrelerce uzağında da olsa kokusunu duyarak varlığından haberdar olan Grenouille, bu özelliğinin iyice farkına vardığında, bu tutkusunu ve yeni kokular yaratmada ki abartılı iştahını doyurmak için her türlü sadistliği ve kötülüğü de doğal bir şeymiş gibi hayata geçirerek amacına hizmet edecektir. Bu amaç doğrultusunda romanı okuduğumuzda Grenoille'un hayatı aşama  aşama karşımıza çıkar .

   Doğumu ve çocukluğu pislik içinde geçmiştir, daha en başında toplum tarafından dışlanmış, sevilmemiş,  bir yaratık bir şeytan olarak görülmüştür. Çünkü Grenoille 'un kendisine ait bir kokusu yoktur ve bu kokusuzluğu onu tam da bu toplumda değersiz kılmıştır. Bir yanda kendi gibi olmayanı dışlayan bir toplum öte yanda zihinsel faaliyetleri üst noktalarda olan sanatçının toplum içinde bu zihnini bedenlendirememesi sendromu. Bu bağlamda  sanatçı kimliğe sahip olmak zaten baştan bir handikaptır aslında .

Grenoille henüz kendisi hakkındaki bu gerçekten haberdar değildir. Aslında romanın bu bölümünde kahramana içten içten bir sevgi besler okur. Çünkü Grenoille sevilmiyordur. Bir koruma içgüdüsü belirir insanda bu sevilmeyişine karşı.Çünkü Grenoille masumdur da aynı zamanda . Tek kusuru tüm kokuları algılayabildiği halde kendisinin kokmamasıdır.

Grenoille 'un ilk çocukluk yılları daha henüz bu kokularla ne yapabileceğini bilmediği yıllardır, sadece kokular dünyasında yaşadığı için o dünyayı kendisine yuva yapmış ve sokaklarda her türlü kokuyu beyninde bir bir istifleyerek bunlardan yeni kokular yaratarak ruhunun tek gıdası olan bu durumla biraz olsun yaşadığının ayrımına varmıştır.

Bir gün aniden burnuna gelen sarhoş edici bir kokuyla irkilir. Daha önce hiç tanımadığı beyninin en ince kıvrımlarına varana kadar tarayıp da bulamadığı bu koku! Bu muhteşem koku! Burnunun o şaşmaz pusulasının altında kokunun peşine düşer yolu onu gencecik masum ergen bir bakire kızın yanına sürükler. Kızın yaydığı koku Grenoille 'un  aklını başından almıştır, düşündüğü tek şey bu kokuya sahip olması gerektiğidir. Hiç düşünmeden kızı bir hamleyle öldürerek kokusunu iliklerine kadar bir çiçeği solduruncaya kadar koklarcasına içine çeker. Koklanmadık tek bir zerresini bırakmaz.

   Aniden karşı karşıya kaldığımız bu öldürme sahnesiyle Grenoille masumiyetine ilk kan lekesini de bulaştırmış olur. İçindeki karşı konulmaz "sahip olma" isteği bir cinayetle hayat bulur ve sanatçılık hayatının ilk adımını da böylelikle atmış olur. Grenouille bu ilk öldürme deneyimiyle kokular dünyasında kendisini daha birçok şeyin beklediğini anlar. Hiçbir pişmanlık ve insani duygu hissetmeden kızın kokusunu sonuna kadar koklamış olmanın verdiği mutlulukla hayatının amacını da kavrar;

  "Mutluluğun ne olduğunu şimdiye kadarki ömründe bilmemişti çok çok seyrek olarak belirsiz bir hoşnutluk duyduğu olmuştu oysa şimdi mutluluktan titriyor sonsuz mutluluğu uyumasına engel oluyordu yeniden doğmuş gibiydi; hayır yeniden değil ilk kez doğmuş gibiydi çünkü şimdiye kadar öz bilinci bulanık kalmış herhangi bir hayvan gibi yaşamıştı, ama bugün gerçekten kim olduğunu sonunda öğrenmiş gibiydi: düpedüz birde dehaydı, artık biliyordu ki hayatının bir anlamı bir hedefi bir amacı vardı; kokular dünyasında devrim yapmak gibi yüce bir amaç! gelecekteki hayatının pusulasını bulmuştu ve nasıl dışarıdan gelen bir olay bütün dahi mendeburların ruhundaki sarmallar kargaşasına dümdüz bir yol çizmişse grenoulle da yazgısı nın yönü diye belledigi gidişten ayrılmadı. Şimdi anlıyordu neden o kadar büyük inat ve dirençle hayatta kaldığını; bir koku yaratıcısı olması gerekiyordu da ondan, herhangi bir koku yaratıcısı da değil bütün zamanların en büyük parfümcüsü olacaktı"
"Bu harika nın başında yer alan şeyinse bir cinayet olduğu, ola ki farkında idiyse, umrunda bile değildi."(sf/50-51-52)

  Burada görüyoruz ki sanatçı Grenouille, sanatının tüm gereklerini,  tutkuları uğruna ve kendi iç dünyasındaki yaratıcılığının doyumu uğruna her türlü ahlaki ve insani değerlerden sıyrılarak bir cinayeti bile işleyecek konuma gelerek yerine getirecektir. Üstelik en ufak bir üzüntü bir pişmanlık duymadan. Grenoille 'un  sanatındaki yaratıcılık burada toplumsal bir fayda olarak topluma  değil sadece kendi hırs ve tutkularına  hizmet edecektir. Bu da akla şu soruları getirmektedir; sanat uğruna, daha açık bir ifadeyle bilinmeyeni yaratmak uğruna ne kadar ileri gidilir, yaratıcılığın özündeki sınırsızlık duygusu ne kadar kullanılabilinir? Sınırlanmış bir yaratıcılıktan söz edilebilir mi?
 Grenouille yaratmak istemektedir, sınırsızca, özgürce yaratmak.  Bu doğrultuda parfümcülüğün bütün detaylarına hakim olmak için Baldini adlı bir parfümörün  yanında çıraklığa başlar. Romanın bu bölümünde bir sanatçının çıraklık yıllarında edindiği deneyimler ve bilgiler Grenouille'un  yaratıcılığı kapsamında anlatılır.

Baldinini ünlü bir parfümördür fakat bu ünü yaratıcılığının sonucu değil sadece kurallara ve formüllere bağlı kalışı ile ortaya koyduğu eserlerinde görülür. Baldini burada kurallara bağlı klasik dönem sanatçıyı temsil eder. Sanatın her bir detayını formülleyip kurallara ve disipline bağlayan bu adam ironiktir ki bu formüller çerçevesinde bile kendisi bir parfüm yaratamamış sadece taklit ederek ve var olan parfümlerin formül hırsızlığını gerçekleştirerek hak etmedigi bir servete ve üne sahip olmuştur. Halbuki Grenouille 'un sihirbaz burnu kural tanımaz bir asidir. Klasik sanat anlayışına ilk baş kaldırış bu asi burunla başlar.
Baldini ise formül ve kurallara gerek duymadan, kokular dünyasında devrim yaratabilen bu yaratıktan en üst düzeyde faydalanmanın,  ününe ün, servetine servet katmanın derdindedir.

Grenouille burada kokuyu yaratmanın en önemli adımlarından biri olan damıtma işlemini ve parfümcülüğün dilini en ince ayrıntılarına kadar öğrenir.
Gerçi Grenouille 'un bu formüllerin ya da bu kuralların hiçbirine ihtiyacı yoktur o zaten bir koku dehasıdır. Fakat sanatını içinde bulunduğu mevcut koşullarda icra edebilmek için iki şeye ihtiyacı vardır . Toplumda rahat rahat dolaşabilmesi ve kendisini koruyabilmesi için kalfalık belgesi ve maddelerden öz kokularını nasıl çıkaracağının bilgisi.

Grenouille bu çıraklık yıllarında en çok damıtma sanatıyla ilgilenir. Nesnelerin ruhundaki kokuyu çıkarıp çekmek ve bunu maddeleştirebilmek ona sonsuz bir mutluluk ve yaşam kaynağı bahşediyordu. Böylelikle bulduğu her bitkinin, her türlü otun, baharatın ruhundaki öz kokuyu çıkarabiliyordu. Kafasında tasarladığı kokuları yaratabileceği fikri onu inanılmaz derecede heyecanlandırıyor ve ayakta tutuyordu. Çünkü Grenouille sadece var olan kokuları birbirine katıp karıştırıp işlemiyordu o aynı zamanda büyük bir koku tasarımcısıydı ve şimdi hayalinde istiflediği bütün o tasarımsal kokularını hayata geçirmek istiyordu.

Fakat bu damıtma işlemi kafasındaki bazı nesnelerin kokusunu çıkarmaya yetmediğinde sonsuz bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kalır. Uçucu yağı olmayan maddeleri damıtamıyor buda tasarladığı kokularını  hayata geçiremiyeceği anlamına geliyordu .Bu uğurda binlerce deneyler yapmış olsa da her seferinde başarısızlıkla karşı karşıya kalıyordu. Grenoille yaratıcılığına araç bulamadığını fark ettiğinde ise amacına ulaşamayacağının verdiği büyük bir buhran sonucu hastalanır.

 Ruhunu doyuramayan sanatçının gün be gün solması gibi şimdi grenoille de soldurduğu o masum kız gibi soluyor ve çürüyordu. Grenoille bu acıyla tam ölmek üzeredir ki Baldini 'den bir maddeden koku elde etmek için ezme ve damıtmadan başka yollarında olduğunu öğrenir, bu ise güneyde özellikle Grasse şehrinde uygulanan bir yöntemdir. Yağ icinde çiçekleme yöntemi ile maddeden koku elde etmesi mümkündür. Bu bilgi Grenouille 'nun tekrar yaşama dönmesi için yeterlidir. Yaratma yetisinin çıkmaz sokağa saptığını gören Sanatçının ruhunun çektiği ölüm acıları ve karanlığın sonunda beliren ışıkla tekrar hayata tutunması, aslında öyle üst bir egonun ürünüdür ki, henüz belkide insan bile olamadan yaratıcı olmak istemenin hırsının yansıması. Yaratamıyorsam ölmeliyim çünkü başka türlü var olmam mümkün değil anlayışı. Çünkü yaratamayan sanatçının gidecek varacak yeri de kalmamıştır bu anlamda.

 Romanın ikinci bölümünde Grenouille Paris'den ayrılır ve yollara düşer bu esnada tam yedi yıl toplumdan, insanlıktan uzakta, kendi bedenini zor sığdırdığı ama ruhunun sarayında efendisi olduğu bir mağarada imgeleri ve kokularıyla yaşayarak kendisine ait koku dünyasında her türlü sorumluluktan, insanlardan ve toplumsal olaylardan uzak bir şekilde yaşamaya başlar. Bu Grenouille için büyük bir mutluluk kaynağıdır. Dünya yanıp yıkılsa umurunda bile değildir. Yine burada da sanatçının kendisini toplumdan ve insanlardan soyutlayarak, fildişi kulesine kapanıp ve hiçbir şekilde sorumluluk bilinci taşımayarak bencilce yaşaması vurgulanmıştır.
Her gün ceşit çeşit kokular yaratmış bu yarattıklarını belleğinde tek tek düzenlemiş, yarattığı kokulara hayran olmuş, bu hayranlık onu sarhoş edecek kadar aklını başından almıştır. Hatta ve hatta kendisiyle o denli gurur duymuştur ki kendisini, aslında varlığına hiçbir zaman ihtiyaç duymamış ve inanmamış olan, tanrı yerine koymuştur. Burada yine ironik bir durum söz konusudur. Ve böylece günler haftalar aylar geçer ve bu durum tam yedi yıl sürer. Dış dünyaya kendisini kapatan ve toplumdan kendisini soyutlayan sanatçının tutunduğu bu tavır, o esnada dış dünyada aslında  büyük savaşların yaşanıyor olmasıyla çarpıçı bir biçimde ortaya konur." bu sıralar dış dünyada savaş hüküm sürüyordu hem de dünya savaşı...  "(Sf/ 142 )


Grenouille ise kendi yalnız dağında sadece kendi ruhunun yarattığı ülkesinde mutlu mesut yaşıyordur. Bütün bu sırça köşkte yaşama dönemi birgün Grenouille'un kendi kokusunun olmadığını fark etmesiyle son bulur. Her şey netleşir neden hep dışlandığının ve sevilmediğinin nedenini anlar. Çünkü kokmuyordur, pis de olsa kokmuyordur. İnsanlarla arasında kimyasal bir etkileşim yoktur. Bu farkındalıkla Grenoille sırça köşkünü terk eder ve en yakın kasabaya saçı başı uzamış korkunç bir şekilde giriş yapar. Tabi bu kasabanın da bir dahisi vardır, her köyün delisinin olduğu gibi.

Marki adlı bu sözde bilim adamı toprağın derinliklerinin ölü gaz ürettiği savını tam da Grenoille'u o korkunç haliyle gördüğünde, birde üstüne Grenoille'un 7 yıl bir mağarada yaşadığını öğrendiğinde bu teorisini Grenoille üzerinde gülünç tasarruflarda bulunarak ispatlamak ister. Grenoilley'u alır, aklar paklar, traş eder, giydirir yıkar, temiz hava üfleyen bir odaya sokar ve elde ettiği eline yüzüne bakılır adamı halka bir mucize olarak sunar. Romanın belki de parodisel olarak en can alıcı noktası burasıdır. Aydınlanmanın şaklaban dahilerine burada ciddi bir eleştiri vardır. Özellikle halkı geleneklerinden, geçmişinden, toprağından kopararak, tek tip ve akıllı bir zümre yaratmak isteyen Aydınlanmacıların, bunu halkı yontup biçerek, kendilerince şekillendirip "işte aklın zaferi!" diye sunmaları trajikomik bir şekilde Süskind'in kaleminden eleştirel bir şekilde nasibini almıştır. Grenoille ise bu olup bitenlere aldırmaz, amacı bir an önce kendisine insan kokuları yaratmaktır ve yaratırda. Grenouille bu sayede toplumda da yavaş yavaş fark edilir olmuştur. Fakat bu durum Grenouille için yeterli değildir mademki basit bir insan kokusu yaratarak fark edilebilir olmuştur o halde en güzel kokuyu, bir melek kokusu yaratarak insanlığı büyüleyip etkisi altına alabilirdi ve kendisini bu sayede herkese sevdirebilirdi.
Yazar,  kahramanının bu arzusunun;  akıl sağlığı yerinde, delirmemiş ya da aklını kaçırmamış biri tarafından istendiğini özellikle vurgular.

"insanlar üzerinde egemenlik kurma tasarısını geliştirirken sevincinden delirmiş değildi. Gözlerinde çılgınca bir kıvılcımlanma yoktu, yüzüne bir kaçıklık ifadesi oturmamıştı. Kendini kaybetmiş değildi. Aklı o kadar yerinde düşüncesi öyle açıktı ki kendi kendine bunu niçin istediğini soruyordu. Ve kendine yanıt veriyordu: İstiyordu çünkü katbekat kötüydü. Ve bu arada gülümsüyordu ve çok hoşnuttu. Mutlu olan herhangi bir insanın iyice masum görünüşü vardı üstünde."(sf/166)

  Görüldüğü gibi aslında Grenouille burada büyük bir aydınlanma yaşamıştır. Aklı yerindedir, düşüncesi açıktır. Akla yapılan vurgular bunu göstermektedir fakat bu aydınlanma onun cinayet işleyerek, tutkularına hizmet etmesi için insanları egemenliği altına almasını isteyerek  ve herkesin büyülenmiş bir şekilde kendisini sevmesine yönelik tasavvur ettiği çarpık ve sapkın  bir aydınlanmadır.Tıpkı Aydınlanma'nın masum yüzünün faşist edimi gibi .Üzerindeki bütün geleneksel giysilerin çıkarılarak geçmişinden, kültüründen, dilinden, inançlarından ,batıllıklarından yontularak kurtarılmak istenen halk , tek tip insan yaratmadaki o masum(!) isteğin sonuçları değil miydi? Bu yolun sonu değil miydi Faşizmi besleyip ötekine tahammül edemeyen zihniyetin doğuşu?

 Kahramanımıza dönecek olursak yolculuğunun Grasse ayağında Grenouille bir parfüm atölyesinde çalışmaya başlar. Burada çiçeklerin kızgın yağlara atılarak ya da yağlı çarşafların sarılarak kokularını nasıl verdiğini öğrenir bu sayede artan zamanlarında kendisine çeşitli insan kokuları yapmaya başlar bunlar bazen dikkat çekmeme kokusu bazen masumluk kokusu bazen yalnızlık bazen ise alçak gönüllülük kokusudur. Bu kokular sayesinde topluma karışır ve ihtiyaç duyduğu duruma göre kokular sürerek bir çeşit kimlik maskelemesine başvurur. Bu sayede amacına daha da yaklaşmayı hedeflemektedir. Elbise değiştirir gibi her duruma göre kokusunu değiştirerek toplumda kimliksiz bir kimlik edinmeyi başarmıştır. Grenoille bencilce ve sadistçe bu amacını ilk önce hayvanlar üzerinde dener "kış sinekleri avlıyordu, kurtçuklar, sıçanlar küçücük kediler sonra sıcak ya da bu yoğurdu bunları" (sf/195)

Grenouille artık sadist sanatçılığının ustalık yıllarına girmiştir. Bir maddeden koku çıkarabilmenin yollarını en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş, şimdi ise insanlığı büyüleyecek olan o ulvi kokuyu yaratmak için harekete geçecektir. Bu uğurda ise tam yirmibeş bakire ve masum kızı öldürerek o melek ve eşsiz kokularını elde etmeyi başarır. Grenoille kızları bir hamlede öldürüyor yağlı çarşaflara sarıyor saçlarını kesiyor ve vücutlarındaki her koku zerresini şişelere hapsediyordu.

Sanat için insanlık suçu işlemekten hiç çekinmeyen Grenoille'un bu durumu Hitler’in ünlü "ölüm meleği"  lakaplı doktoru Mengele ile büyük benzerlikler göstermektedir. Grenoille sanatı için bir "melek kokusu" yaratmak isterken insanların azraili olmuştur. Mengele gibi bir dahinin ise "ölüm meleği" lakabıyla yaratıcılığını en üst seviyede göstermek istemesi tam 2 milyon insanın işkence ve tüyler ürpertici deneylere maruz kalarak sözde bilime hizmet etmeleri gibi ulvi bir amaç uğruna ölmeleriyle sonuçlanmıştır. Bir insanın ne kadarlık bir basınç biriminde patlayacağını insanları basınca maruz bırakarak patlatan, buz dolu küvetlerde insanları yatırarak donma sahnelerini gözlemleyen yada kahverengi gözlü insanları mavi renkli göze nasıl çevirebileceğini öğrenmek için gözlerine kimyasal maddeler enjekte eden bu ölüm meleği de sanatını konuşturmamış mıydı?

Grenoille amacına ulaşır o eşsiz parfümü yaratır ve bir damlası bile insanları büyülemeye yeter. İnsanlarda o kadar büyük bir hayranlık oluşur ki, kapıldıkları bu haz dalgasına karşı Grenoille 'in katil olmadığına inanılır, sevgi akar sevgi taşar her yerden. Bu büyülü durum karşısında insanların aniden birbirlerine olan cinsel yaklaşımları değişir. Bedensel zevkleri her şeyin üstüne çıkmıştır. Bütün erdemlerini bertaraf eden bu Haz duygusu onları birbirleriyle sevişmeye kadar götürür. Kim kimin eşidir belli değildir bir önemi de yoktur. Bütün bastırılmış duygular bir patlamayla ortaya çıkar ve insanlar çırılçıplak topluca bir zevk arenasında kendilerinden geçer .
 Grenoille şaşırır, yarattığı koku insanları büyülemiş ve kendisini darağacından kurtarmıştır fakat kimse gerçekten kendisini sevmemiştir. İnsanlar sadece yaratmış olduğu bu maskenin sarhoşluğu ve büyüsü altındadırlar.
Grenoille elinde parfüm şişesiyle Paris’e geri döner. Halkı gözü önünde bütün bir şişeyi üzerine boşaltır ve gözleri kamaşan halk tarafından büyük bir sevgi(!)ve iştahla bir çırpıda yenilip bitirilir. Sanatçı Grenoille böylelikle kendi canavarını yaratmıştır. Tıpkı 18yy Avrupasının Aydınlanmasıyla kendi canavarını yarattığı gibi.

Süskind postmodern bir anlayışla okuru bir zaman makinesinde yolculuğa çıkarmış, geçmis dönemlerin sanat ve sanatçı kavramlarına ve bu olguların toplumsal ve kişisel etkilerine bir projektör yakmış ve bu esnada günümüz postmodern dünyasına da değinmiştir.

Romanın sonunda o büyülenmiş halk Grenoille 'u büyük bir aşk ve iştahla yamyamlar gibi yer ve bitirirler.
Postmodern dünyada her şeyin büyük bir aşkla hızlıca tüketilip yok edildiği bu çağda, aslında hepimiz birer yamyam değil miyiz?


Kaynakça:
▪KOKU (Süskind,Patrick /Aralık 2013 Can yayınları , çevirmen ;Tevfik Turan)