12 Aralık 2014 Cuma

Albert Camus’nün “Saçma” Felsefesi ve “Saçma” Kavramının Veba Romanındaki Anlamı Üzerine - S. Cevahir Işık


“Kötü nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Buna karşılık, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma, uyumsuzluk* duygusunun ta kendisidir”[1]

İşte bu uyumsuzluk duygusu ki ben uyumsuz yerine saçmalık kelimesini tercih edeceğim, Camus’nün “Saçma” felsefesinin temelidir. Bu felsefenin ana fikrini ana hatlarıyla, tanrının var olmadığı; insanın ise hayatın işleyişine, başına gelenlere, kötülüğe müdahale edecek durumda olmadığı;iyilik ve kötülük gibi kavramların göreceliği ve göreceli olduklarından dolayı mutlak bir doğruya ulaşmanın zorluğu; bu zorluğu aşmaya çalışan insanın akılca sınırlı dolayısıyla yetersiz olduğu düşünceleri oluşturmaktadır.
Camus’ye göre yaşamın anlamını aramak boşuna bir çabadır çünkü insan varlık olarak onu tamamıyla anlayacak donanıma sahip değildir. Yücelttiğibilim yoluyla her şeyi kavrayacağını zanneden insan büyük bir yanılgı içindedir düşünüre göre. Ve şöyle der:
…siz bana elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz ediyorsunuz. Bana dünyayı bir imgeyle açıklıyorsunuz. O zaman dönüp dolaşıp şiire geldiğinizi anlıyorum; hiçbir zaman bilemeyeceğim. Buna kızmaya zamanım mı var? Şimdiden kuram değiştirdiniz. Böylece bana her şeyi öğretmesi gereken bu bilim varsayımda sona eriyor, bu açıklık eğretilemeye gömülüyor, bu kararsızlık sanat yapıtında eriyip gidiyor. Bunca çabaya ne gerek vardı?”[2]
Anlamaya uğraşmak saçmadır çünkü hakikati bulmaya ne zamanı vardır insanın ne de evrenin işleyişini çözmeye yetecek akli donanımı. Hakikati açıklama yolundaki tüm çabalaraslında hep soyut bir dünyanın soyut kavramlarıyla gerçekleşir. Bu kısır döngüden çıkamaz insan. Bunu fark ettiği anda içine bir saçmalık duygusu düşer ve yabancılaşır dünyaya. Hatta kendisine bile.Anlam arayışı, bu arayışın anlamsızlığı, yabancılaşma ve kopuş… Saçma kavramına götüren bir izlek.
Zaten yazarın üzerinde durduğu trajik bir durum var ki bizi daha en baştan en acı gerçekle yüzleştiriyor. O da yaşamın sonu nihayetinde ölüm olduğu için ve bizler bunu bilerek yaşadığımız için zaten yaşamın itiraz edilemez bir saçmalık taşıdığı gerçeğidir.
 Veba romanında insanlar salgından, (savaştan) kaçamazlar. Farelerle başlayan ve git gide tüm insanları kıskacına alan hastalığa müdahale edemezler. Hastalığın gücü ve denetlene bilirlikten uzak karmaşıklığı onları aşar. Elle tutamadıkları soyut bir şeydir üzerlerine kâbus gibi çöken. Romanınbaşlarında hastalığı kabul etmezler, ciddiyetini kavradıktan sonra isegerçekçi önlemler alamazlar. Bir tür akıl tutulması yaşarlar. Hastalıktaki mikrobu öldürür düşüncesiyle alkol tüketmek veya batıl bir takım ritüellerden medet ummak bu akıl tutulmasının tezahürleridir.
Birçoğu melankoliye kapılır.Ama yaptıkları hiçbir şey onları gerçekçi bir çözüme götürmez. Tam manasıyla bir teslimiyet yaşarlar. İnsanların sergiledikleri davranışlar ister aktif olsun ister pasif, “Saçmalık” felsefesini doğrulayan davranış biçimleridir.
Camus, Dr. Rieux anlatıcısının ağzından, yaşanan abesliği ve anlamsızlığı şu cümlelerleifade eder:
 “ Yetkililer görev başında ölen gardiyanlara madalya vermeyi düşünerek bu herkesin eşit olduğu yere boşu boşuna bir hiyerarşi getirmeye çalıştılar. Sıkıyönetim ilan edildiğinden ve belli bir açıdan, hapishane gardiyanları da silahaltına alındığından, kendilerine öldükten sonrası için bir askerlik madalyası verildi. Ancak tutuklulardan tek bir protesto gelmese de, askeri çevreler bunu iyi karşılamadılar ve haklı olarak, kamuoyunda üzücü bir karmaşa yaratabileceğine dikkat çektiler. Onların isteğine uyuldu ve en basit çözüm olarak, ölecek olan gardiyanlara salgın madalyası verilmesini düşündüler.”[3]
Bu alıntıda görünürde anlatılmak istenen olağanüstü hal durumlarında devletin kurumlarında düzenin değiştiği veya parçalandığıdır. Ama bunun da ötesinde ölecek olan insanlara madalya verme peşinde olan insanların yaşadıkları saçma durumdur öne çıkan. Ölüm kalım savaşı verilen bir ortamda madalyanın ne anlamı vardır ki?Kurumlar alaşağı olmaktadır, ölüm kaçınılmazdır. Ve kaçınılmaz olduğu kadar da soyuttur çünkü başka insanların ölümü insan algısını ölümün somutluğuna ikna etmez. Bu yüzden yaşananlar gerçek değilmişçesine ölecek olana madalyalar verilir. Anlamsızlığın farkına varamayan insanların anlamsız uğraşlarıdır ölecek olana madalya veren zihniyetin imajıyla bize gösterilen.
“Saçma” felsefesinin bazı kuramcıları “Saçma” olana bir son vermek için çözüm olarak tek bir seçeneğe işaret ederler. O da intihar seçeneğidir. Dünya ile uyumsuzluğu sonucunda kopuş yaşayan insanın kurtuluşudur bu. Ya da Camus’nün ifadesiyle “Yaşam karşısında uyanıklıktan ışık dışına kaçış”[4] tır. Camus düşüncelerinde bu noktada diğer felsefecilerden ayrılmaktadır. O yaşamın anlamsızlığından dolayı melankoliye yakalananlardan ve intiharı savunanlardan farklı olarak her şeye rağmen yaşamayı savunmaktadır. Bu da bizi şiddetle savunduğu “Varoluşçuluk” kavramına götürmektedir.
Varoluşçuluk felsefenin ana önermesini “Varoluş özden önce gelir” tümcesioluşturmaktadır. En basit varoluş ilkesidir bu önerme.Dünyada maddeselolarak yer kaplamamız varoluş kavramıyla, öz ise var olan insanın sonradan edindiği özellikler, düşünce biçimi, yapıp ettikleri ve nihayetinde bilinci, iradesi ve seçimleriyle tanımlanmakta ve anlamlandırılmaktadır.Yani Varoluşçu felsefeye göre insan dünyaya geldiği anda maddesel anlamda vardır, öz ise sonradan deneyimle oluşur. Ve asıl önemli ve öncelikli olan insanın uzamsal varlığıdır yani salt maddesel varlığıdır. Eylemleri, rolleri, özellikleri ve sonradan kazandığı her şey ikincil önemdedir ve sonraki aşamayı teşkil etmektedir. Varoluşun özden önce geldiği önermesini şu sözleriyle açıklar Camus Dr. Rieux aracılığıyla:
İnsanın selameti benim için fazla iddialı bir laf.O kadar uzağa gitmiyorum ben. Beni ilgilendiren onun sağlığı, öncelikle sağlığı”[5]
Varoluştan sonra öze gelir Camus. Ve insanları kendi seçimlerinden ve davranışlarından sorumlu tutar. Bilinç ve iradenindoğurduğusorumluluk kavramı insanı yaşayan diğer canlılardan farklı kılan nitelikte anahtar bir kavramdır.Bu bağlamdaadaletsizliğin ve ölümün önüne geçemeyen insan saçmalık felsefesinin aksine bilinçli olmalı ve bu bilinçle yaşamın devamlılığını sağlamaya yönelik seçimler yapmalıdır.  Geleceğin umutsuz ve sonucun ölüm olacağını bile bilesorunları çözmeye çalışmaktan ve mücadele etmekten yanadır Camus.Seçim dediğimiz şey ölüme mahkûmiyete veya yazgıya boyun eğmekle, mücadele etmek arasındaki seçimdir. Ya daintihar ve her şeye rağmen yaşamak arasındaki seçimdir.
Veba’dan örnek vermek gerekirse mahkûmiyeti kabul etmemekve mücadele etmek Dr. Rieux’nün seçimidir.O tam anlamıyla bir varoluşçudur.  AmaCottard gibi mahkûmiyeti kabul etmek de bir seçimdir ve insanlar her neyi seçerlerse seçsinler kendi seçimlerinden sorumludurlar.
Veba romanında Dr. Rieux, ister hastalığın kendisi olsun, ister gönderme yaptığı anlamıyla savaş olsun, ölüm ilk işaretlerini vermeye başladığı andan itibaren çabalamanın tüm anlamsızlığına ve saçmalığına rağmen, çünkü ölüm kaçınılmazdır, var gücüyle insanları yakalandıkları hastalıktan kurtarmaya çalışır.
 Cinayet işlediği için tutuklanmaktan korkan Cottard ise intihar girişiminde bulunur.  Hapse girip mahkûm olmaktansa ölmeyi tercih eder. Kurtulduktan sonra ise vebanın git gide yayılmasından mutluluk duyar. Çünkü veba sayesinde tutuklanmaktan kurtulmaktadır. Fark edemediği şey ise aslında ölüme mahkûmiyeti seçmiş olduğu gerçeğidir. Salgının kuşattığı bir şehirde özgürce gezindiğini zanneden Cottard ölümün pençesindedir aslında.
Cottard her iki davranışıyla da bir mahkûmiyetiseçer, Dr. Rieux ise varoluş için savaşmayı. Bu iki karakter  “Saçma” ve “Varoluşçuluk” kavramlarının birer temsilidirler.
Romanın başka bir karakteri olan Rambert salgın başladığı andan itibaren Oran kentinden kaçmaya çabalamaktadır. Şehir dışında kalan sevdiği kadına kavuşmak istemekte ve bu uğurda her yola başvurmaktadır. Onun bu benmerkezci halini Dr. Rieux’nün tutumu ile karşılaştırdığımızda,aklımızdaolumsuz bir etki bıraktığını fark ederiz. Ancak Dr. Rieux’nün yani Camus’nün fikirleri farklıdır bu konuda.
Rambert gibi insanların mutluluklarını yeniden yakalamak ve her türlü saldırıya karşı korudukları, kendilerine ait olan o parçayı vebaya kaptırmamak için harcadıkları umutsuz ve tekdüze çabalardan söz etmek gerekir. İşte bu, kendilerini tehdit eden köleliği reddetme biçimiydi onların ve görünüşte bu reddediş bir başkası kadar etkili olmasa bile, anlatıcı bunun anlamlı olduğunu ve çelişkili de olsa, bunun içimizde barındırdığımız en gururlu şey sayılabileceğini düşünüyor”[6] der iyimser bir tavırla.
 Doktor, Rambert’in kendi bireysel mutluluğu için çaba göstermesini bile olumlu bir hâl olarak değerlendirir çünkü Rambert yaşamaktan vazgeçmemektedir. Bu bencilce de olsa kendi varlığını korumaya yönelik olumlu bir tutumdur. Doktorun eşinin de sınır dışında olduğunu öğrendikten sonra, kaçmafırsatı bulduğu halde kaçmayıp, bireysel mutluluğundan vazgeçmesi ve hastalığa karşı savaşan ekibe katılması ise bilincin ve iradenin etkisiyle yapılmış erdemli bir seçimdir artık. Rambertseçimini insanların yani toplumun yararınakullanmıştır. Önceden de değindiğim varoluşçuluğun önemli kavramlarından bilinç, irade ve seçim kavramlarınınvurgusu bu örnekle algılarımızdaçarpıcı bir biçimde anlam kazanır.
Albert Camus’nün romana yaydığı saçmalığa ve varoluşçuluğa dair fikirlerini çok net bir biçimde dile getirdiği bir alıntıya geçmek istiyorum.  Bunlar, romanda Tarrou’ya mal edilmiş düşünceler olarak çıkar karşımıza ve bir özet niteliğindedirler:
…beni asıl ilgilendiren ölüm mahkûmiyetiydi. Kızıl baykuşla hesabı kapatmak istiyordum… Bir vebalı olmak istemiyordum, hepsi bu. İçinde yaşadığım toplumun ölüme mahkûmiyet üzerine kurulu olduğunu biliyordum ve onunla mücadele etmekle cinayetle de mücadele edeceğime inandım.”[7]
…ölüme neden olmaksızın şu dünyada tek bir hareket bile yapamıyorduk. Evet, utanç duymaya devam ettim, hepimizin vebanın içinde olduğunu öğrendim ve iç huzurumu yitirdim. Onları anlamaya ve kimsenin can düşmanı olmamaya çalışarak bugün hâlâ onu arıyorum. Artık bir vebalı olmamak için ne yapmak gerektiğini ve huzuru ya da huzur yoksa eğer, iyi bir ölümü umut etmemizi sağlayacak şeyin yalnızca bu olduğunu biliyorum. İşte insanları kurtarmasa da avutabilecek, ya da en azından onlara en az zarar verecek, hatta bazen de iyilik yapabilecek şey bu. İşte bu nedenle, uzaktan ya da yakından, haklı ya da haksız nedenlerle insanları öldüren ya da öldürmeyi haklı çıkaran ne varsa hepsini reddetmeye karar verdim.”…” İşte yine bu nedenle bu salgının bana öğrettiği hiçbir şey yok, onunla sizin yanınızda mücadele etmekten başka”[8]
 Bu alıntıda kendi çağdaşı ve arkadaşı olan varoluşçu Jean-Paul Sartre’a da gönderme yapmaktadır Camus çünküCamus’den farklı olarak Sartre kendi Varoluşçuluk felsefesini Marksizm’le birleştirerek oluşturmaktadır. Anlaşamadıkları bu noktadan dolayı Camus kendi varoluşçuluğunu Sartre’ınkinden ayırmak içinbu alıntıda bir Marksizm eleştirisi yapmaktadır.Ama neticede söz konusu olan temelde Saçmalık ve Varoluşçuluk felsefeleri olduğu için bu bölümüalıntılamakta bir sakınca görmedim.
Konumu özetleme aşamasına geldiğimde Albert Camus’nün “Saçma” kavramını insanın dünyayla uyumsuzluğu ve bu uyumsuzluğun sonucunda gerçekleşen bir kopuş olarak tarif ettiğini yinelemek gerekir. İşte bu kopuşu bertaraf etmenin iki yolu vardır. Biri, anlamları intihar, melankoli ve boş vermişlik ve benzeri kavramlar olabilecek teslimiyettir, diğeri ise Camus’nün savunduğu her şeye rağmen mücadele etme erdemliliğidir. Ki bu yol insanın varoluşunu ısrarla, yılmadan sürdürmeyi öngörür ve Varoluşçuluğun temel ilkesidir.
Veba romanı “Saçma” ve “Varoluşçuluk” felsefelerinin güçlü bir metafor ve ince dokunmuşbir olay örgüsüyle sistemli bir biçimde açıklandığı, hakikat arayışı içine girmeden felsefi düşünceler ortaya koyan bir yapıttır. Hakikat arayışından yoksun olması bence önemlidir çünkü hakikatin soyut kavramları yerine nefes alıp veren somut insanı merkezine oturtmuştur.Gerisi boştur.






[1] Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.24
*Bu sözcük sözlük anlamı “usa, mantığa uymayan, abes, saçma, boş, anlamsız” olan absürdesözcüğünün karşılığı olarak çevirmen tarafından metnin bağlamı bakımından en uygun kelime olduğu için bu şekilde çevrilmiştir.
[2]  Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.37
[3] Camus, Albert/ Veba/1947,EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.172
[4]  Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.23
[5]Camus, Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.218
[6]Camus, Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.143
[7]Camus, Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.247
[8]Camus, Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.250