14 Ocak 2015 Çarşamba

Animal Triste/Monika Maron - Tuğba Fidan

 “Kişilerin yoktur bir önemi, çerçevedir var eden o dönemi. Siz de görün resmi değil onu içine alan çerçeveyi.” - Bertold Brecht.
     
       1996 yılında okuyucuyla buluşan Monika Maron tarafından kaleme alınan Animal Triste romanı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikiye ayrılmış, savaşın hala etkisinin sürdüğü hayatları somut olarak ikiye ayıran duvarın yıkımından sonra Berlin Doğa Bilimleri Müzesi’nde heybetli Brachiosaurus’un önünde tanışan iki kişinin yasak aşkını anlatır. Bilinç akışı tekniğiyle yazılan romanda yazar, kişileri, olayları, zamanı birbirine karıştırarak, esas olan duyguların gerçekliğine dikkat çekmektedir. Bu yüzden zamandan başlanarak, mekân, kişiler, olayların betimlemeleri metinde silik bir çerçeve oluşturuyor. Bu çerçevede başat olan, zaman mekân kavramları ya da uğruna her şeyden vazgeçilen Franz (yazarın ona sonradan koyduğu ad) değil, anlatıcının Franz’a duyduğu tutku dolu aşk, ikiye ayrılmış olan Almanya’nın  birleşme öncesi ve sonrasındaki toplumsal, tarihsel sorunların sonucunda doğan sorunlardır. Bir diğer yandan kadının tutkulu aşkı, metnin kurgusal ritmini ayakta tuttuğunu ve hatta romanın temel hissiyatını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden burada önemli olan sevdiği adamın ismi vb. değil, ona duyduğu tutku dolu aşkı nasıl içinde yaşadığıdır.

       1941’de Berlin’de dünyaya gelen Monika Maron, Doğu Almanya’da büyümüş, daha sonra Batı’ya göç etmiştir. Almanya’nın Doğu ve Batı kısmına hâkim olan yazarın romanda tarihsel olayları dış gerçekliğe gönderme yaparak kurguladığı da aşikâr. 

       Romanın ana karakteri, belirli bir kariyeri olan evli ve bir kız çocuğu sahibi bir kadındır. İlk bakıldığında normal giden bir evliliği ve aile yaşantısı vardır, ta ki Franz’ı görene kadar. Zar kanatlılar araştırmacısı olan Franz’a âşık olduktan sonra adeta geçmişini sıfırlayacak, canlıların en büyük olma özelliğine sahip olan dinozor Brachiosaurus’u ve Franz’ı sevecektir yalnızca. Savaştan sonra ikiye bölünen Almanya’ nın Doğu kısmında büyüyen kadın, Franz’dan çok farklı bir eğitim görmüş ve onun yaşadığından bambaşka bir yaşam sürmüştür. Doğu kesimde uygulanan sosyalist rejimden, anlatıcının da nasıl payını aldığını, Franz’a Rusça ilahi söylediği bölümlerde karşımıza çıkıyor ve böylece yazar, ikiye bölünmüş ülkenin yarattığı sonuçları imgelerken Franz ve kadın üzerinden kurguladığını görüyoruz. Buna göre romandaki kişiler sadece birer kişi değil, içine Doğu ve Batı Almanya’nın tarihini koyabileceğimiz bir çerçevedir de. 

       Yüzyıllar boyu toplumun başat sorunu olan kadının konumu yazar kendini ataerkil düzenin hüküm sürdüğü bir erkek üzerinden yeniden kurgulamıştır. Babasından uzun yıllar haber alamayan ve görmeyen diğer birçok çocuk gibi anlatıcı da babasız bir çocukluk geçirir. Bunun eksikliğini eleştiremeyecek kadar küçük olduğundan dolayı etrafında duyduğu cümleleri aktarır okuyucuya. Bir gün babası döndükten sonra annesinin komşularıyla olan konuşmasına, eşlerinin savaştan sonra güvenlerini yeniden kazanmalarını sağlamaları için diğer kadınları bir nevi örgütlediğine şahit olur. Anlatıcı babasıyla olan karşılaşmasını iki yabancının karşılaşmasına benzetir ve ne anlatıcı adamın babası olduğuna inanır ne de babası.

       Kadın, bu romanda son kez heybetli Brachiosaurus’un önünde karşılaştığı sevgilisi Franz’ı anımsar. Kendisiyle, sevgilisiyle ve geçmişiyle adeta bir iç hesaplaşma yaşayan anlatıcı, sevgilisinin kendisini terk etmesinden sonra dünyadan elini çekmiş sevgilisinden kalan birkaç eşyayla geçmişi sürekli hatırlayarak zamanlar arası geçirgenliğinin derecesini arttırıyor. Sınırların kaldırılmasından sonra özgürlüğün geri kazanılması, romandaki diğer kişiler üzerinden anlatıcının kendini de sorgulamasını sağlayacak.

       “Kendim ölmektense Franz’ın karısının ölmesini tercih ederdim; ne var ki, bu arzumu gerçekleştirmemle bağlantılı olan tehlikelerin bilincindeyim.” Franz’a duyduğu duygu yoğunluğu onu tehlikeli düşüncelere itmekle kalmayarak evine gidip karısıyla konuşacak kadar cesaretlendirmiş, bu yüzden de sevdiği adamı kaybetmesine neden olmuştur. Ondan ayrıldıktan sonra depresyona giren kadın Franz’ın ölümünden de kendini sorumlu tutmaktadır. 

       İlk bakıldığında aşk, tutku ve pişmanlığın romanı gibi gözükse de bir dönemin eleştirisidir Animal Triste. Romanı diğerlerinden ayıran özellikse kadın bedeninin, kimliğinin, beden algısının bir kadın ağzından kendine has diliyle ve kadınca yeniden kurgulanmasıdır.