22 Ocak 2015 Perşembe

Buddenbrooklar - Özlem Bayram



Buddenbrook ailesi'nin temsil ettiği burjuva sınıfı neden çökmüştür? Toplum ve birey arasındaki ilişki buna nasıl zemin hazırlamıştır?

       Buddenbrook ailesi, Thomas Mann'ın henüz 25 yaşındayken kaleme aldığı, 19.yy'da yaşamış burjuvazi bir ailenin, dört kuşak bireylerinin, toplum içinde sergiledikleri sosyolojik ve psikolojik tutum ve duruşları neticesindeki çöküşlerini anlatan ve kendisine Nobel Edebiyat Ödül'ünü kazandıran önemli eserlerinden biridir.


       19.yy 'da toplum ve birey arasındaki ilişkiler, burjuvaziyi temsil eden Buddenbrook ailesinin bireyleri ışığında anlatılır. Burjuva kesimi, saray ile halk arasında kalan bir kısımdı. Saraylıların topraklarında yaşayan burjuvanın üzerinde asillerin hakimiyeti söz konusuydu. Fakat zaman içinde burjuva, kirasını ödediği toprakları satın alarak hızla zenginleşme yoluna giren bir kesim oluşturmuşlardır. Aristokrasinin toplumda yüzyıllardır devam eden egemenliği, Napolyon savaşları ile büyük bir darbe almış ve tahtlarından olan hükümdarların saltanatının bitmesiyle soylular sınıfı içinde çöküş başlamıştır. Aristokrasinin tahtının boşalmasıyla ezelden beri soylulara karşı büyük bir hayranlık besleyen burjuva sınıfı, soyluların yerini almakta ise hiç gecikmemiştir. Ezilenin başa geçme zamanı gelmiştir, ne de olsa yeni ezileceklere bir ezen lazımdır. Burjuvazinin yıllarca, kendini pasifçe aristokratların gölgesinde bileylediği yılların ham meyvesi de böylelikle olgunlaşmaya başlar.


       İşte Buddenbrook ailesinin bireyleri de ,paranın el değiştirdiği, burjuvazinin başa geçip sanayi devrimine önderlik ettiği yıllarda babadan oğula geçen ticaret anlayışı ile zenginleşen ve itibar kazanan bir ailedir. Sistemi kurmuş olmalarının verdiği özgüvenle hareket eden bu ailenin yaşam portresinde burjuva sınıfının neden çöktüğüne de tanıklık edeceğiz. Buddenbrooklar zenginliklerine ve itibarlarına o kadar güvenirler ki gerçekte soylu bir aileden gelmemelerine rağmen kendilerini üst sınıf olarak görmeye başlarlar ve soylulara karşı olan hayranlıklarını ve onlar gibi olma hırslarını romanda sık sık dile getirirler. Nereden geldiğini unutma,kompleks ve aidiyet yanılsaması, toplumla araya çizilen keskin hat ve birey olma çabalarının arafta kalmış hallerini Buddenbrookların üçüncü kuşak çocuklarında çok net görüyoruz. Buddenbrooklar zaman içinde yitirilen hayatları, çökmüşlüğü, birey olarak kendi isteklerimize sahip çıkamayışımızı ve kendimizi gerçekleştiremediğimizi anlatan öte yandan toplumda meydana gelen siyasal ve kültürel değişikliklere gözlerimizi kapattığımızda ve pembe gözlüklerimizden ayrılamadığımızda içine düştüğümüz girdabın bizi nasıl yuttuğunu da gözler önüne seren bir dönem romanı.


       Buddenbrooklar'ın soylulara olan hayranlıkları ve esasen de soylu bir ailenin yaşam biçiminden eksik kalmayan ,zaman zaman ise aşırıya kaçabilen tutum ve davranışları, onları toplumda "ben ve ötekiler" konumuna getirmiştir. Esasen paradoks da burada başlıyor zaten. Uzun yıllar soyluların egemenliğinde ezilen ve sömürülen bir sınıf olarak varlığını sürdürmeye çalışan burjuvazi değil miydi bunun savaşını vererek aklın önderliğinde varlığını ortaya koymak isteyen? Aydınlanma Çağı'nın parolası olan, Kant'ın ünlü sözü Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Evet Burjuvazi aklını kullanmış ,sermayeyi ele geçirmiş ve kendisini prangalarından kurtarabilmiştir. Fakat bu aydınlanma, egemen, yönetici, elit kesimlerle sınırlı kalmıştır. Bu kesim aslında sadece kendisini aydınlatmış, sahip oldukları yeni haklardan işçi ve emekçi halkı nasiplendirmemiş, esasen bunun gerçekleşmesinden de son derece korkmuşlardır. Halk sadece izin verildiği kadarıyla burjuvanın aklının ışığında aydınlanabilirdi! Ezilenin başa gelince ezen olduğu hırs ideolojisi maalesef Buddenbrooklar'ın da gözünü bürümüş ve saltanatlarını korumak uğruna toplumda çıkmaya başlayan cılız seslerin gürültüsünü de duymaz olmuşlardır.


       Sanayi devrimi ile birlikte ekonomi ve sosyal çevrede meydana gelen değişiklikler toplumda işçi ve emekçi sınıfının gittikçe artmasına neden olmuştur.Burjuvazi zenginleştikçe emekçiler daha da fakirleşmiş ve zor ve yetersiz şartlarda çalışmaya başlamışlardır. Halk'ın emeği burjuva tarafından sömürülmeye başlanmıştır. Seçme, seçilme ve mülkiyet hakları yoktur.Tabi her sessizliği bölen bir ses mutlaka vardır.Ve emekçilerde zaman içinde sessiz dünyalarında seslerini çıkarmaya başlayacaklardır. Buddenbrook ailesi arka planda gelişen bu sosyolojik olaylara gözlerini kapamış, halk ile arasına mesafe koymuş, onu küçümsemiş ve kendisini üstün görmüştür. Evinizi son teknolojiyle izole ederseniz , dışarıda atılan çığlıklarıda duymazsınız.Buddenbrooklar'ın temsilinde burjuvazinin de başına gelen buydu.Zenginliğin ve daha çok kazanmanın dayanılmaz sarhoşluğu ve soyluluğun o gurur okşayıcı uyuşturucu etkisi , gerçekte varlığını yitirmeye başlayan dünyalarında pembe gözlükler takarak hayatı kendi varlıklarından ibaret görmeye neden olmuştur. Her daim ziyafetlerden ve davetlerden geri kalmamışlar , çevreye karşı hep mükemmeli oynamayı hayatlarının gayesi olarak görmüşlerdir.Soyluların çöküşünün nedenlerinden biri olan lüks ve şatafatlı yaşam biçimlerini şimdi kendileri benimsemiş ve bunun kendilerini al aşağı edeceğini bile öngörememişlerdir.


       Birey olabilme, ancak topluma entegre olabildiğiniz ve toplumla uyum içinde yaşayabildiğiniz sürece kabul görmektedir, Buddenbrooklar kendi içlerinde belki bireysel birer birey olarak varlıklarını ortaya koyamamışlardı ama aile halkasının içinde her biri, yaşadıkları toplumda edindikleri haklara ve halka göre birer bireydi. Ta ki değişen toplum portresinden kopuşlarına kadar. Çünkü değişen topluma ayak uyduramaz, kendinizi o toplumdan soyutlayarak ve tepeden bakarak yaşamaya başlarsanız çöküşünüzde garantilenmiş olur. İşte birey ve toplum arasındaki denge sağlanamazsa içsel kapanışlar, kimlik arayışları ve içe çökmeler başlar. Hatalı evlilikleri, soyluluğa olan hayranlıkları nedeniyle şatafatlı yaşantıları, yeniliklere kapalı geleneksel tutumları, halka tepeden bakan ve hor gören tavırları, arka planda 19.yy 'ın getirdiği değişiklikleri ve yenilikleri yakalayamayan, her durumu, ticari varlıklarının korunmasıyla değerlendiren Buddenbrooklar'ın çökmeye başlaması da elbette tesadüfi değildir. Bütün bu yanlış hesaplar ve kendi gibi olamama durumu bu yok oluşun bir parçası olmuştur. Sonuç olarak, toplum ile aramızda oluşturduğumuz ilişkiler dengeli olmak zorundadır. Ötekini yaratmak sadece kendi yokoluşumuzu hızlandırır. Tıpkı Buddenbrooklar'ın oturdukları evi, ötekileştirdikleri Hagenströmler'e kaptırdıkları gibi. Uzun sözün kısası gün gelir devran döner sonra başka bir gün gelir başka bir devran döner, bu çarkın vazgeçilmez kuralıdır. Birgün ipek giysiler içinde o koltuğa kimin oturacağı hiç belli olmaz!