“Kötü
nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Buna
karşılık, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan
kendini yabancı bulur. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir
toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla yaşamı,
oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma, uyumsuzluk* duygusunun ta kendisidir”[1]
İşte bu
uyumsuzluk duygusu ki ben uyumsuz yerine saçmalık kelimesini tercih edeceğim,
Camus’nün “Saçma” felsefesinin temelidir. Bu felsefenin ana fikrini ana
hatlarıyla, tanrının var olmadığı; insanın ise hayatın işleyişine, başına
gelenlere, kötülüğe müdahale edecek durumda olmadığı;iyilik ve kötülük gibi
kavramların göreceliği ve göreceli olduklarından dolayı mutlak bir doğruya
ulaşmanın zorluğu; bu zorluğu aşmaya çalışan insanın akılca sınırlı dolayısıyla
yetersiz olduğu düşünceleri oluşturmaktadır.
Camus’ye
göre yaşamın anlamını aramak boşuna bir çabadır çünkü insan varlık olarak onu
tamamıyla anlayacak donanıma sahip değildir. Yücelttiğibilim yoluyla her şeyi
kavrayacağını zanneden insan büyük bir yanılgı içindedir düşünüre göre. Ve
şöyle der:
“…siz
bana elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir
gezegenler takımından söz ediyorsunuz. Bana dünyayı bir imgeyle açıklıyorsunuz.
O zaman dönüp dolaşıp şiire geldiğinizi anlıyorum; hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Buna kızmaya zamanım mı var? Şimdiden kuram değiştirdiniz. Böylece bana her
şeyi öğretmesi gereken bu bilim varsayımda sona eriyor, bu açıklık eğretilemeye
gömülüyor, bu kararsızlık sanat yapıtında eriyip gidiyor. Bunca çabaya ne gerek
vardı?”[2]
Anlamaya
uğraşmak saçmadır çünkü hakikati bulmaya ne zamanı vardır insanın ne de evrenin
işleyişini çözmeye yetecek akli donanımı. Hakikati açıklama yolundaki tüm
çabalaraslında hep soyut bir dünyanın soyut kavramlarıyla gerçekleşir. Bu kısır
döngüden çıkamaz insan. Bunu fark ettiği anda içine bir saçmalık duygusu düşer
ve yabancılaşır dünyaya. Hatta kendisine bile.Anlam arayışı, bu arayışın
anlamsızlığı, yabancılaşma ve kopuş… Saçma kavramına götüren bir izlek.
Zaten
yazarın üzerinde durduğu trajik bir durum var ki bizi daha en baştan en acı
gerçekle yüzleştiriyor. O da yaşamın sonu nihayetinde ölüm olduğu için ve
bizler bunu bilerek yaşadığımız için zaten yaşamın itiraz edilemez bir saçmalık
taşıdığı gerçeğidir.
Veba romanında insanlar salgından, (savaştan)
kaçamazlar. Farelerle başlayan ve git gide tüm insanları kıskacına alan
hastalığa müdahale edemezler. Hastalığın gücü ve denetlene bilirlikten uzak
karmaşıklığı onları aşar. Elle tutamadıkları soyut bir şeydir üzerlerine kâbus
gibi çöken. Romanınbaşlarında hastalığı kabul etmezler, ciddiyetini kavradıktan
sonra isegerçekçi önlemler alamazlar. Bir tür akıl tutulması yaşarlar.
Hastalıktaki mikrobu öldürür düşüncesiyle alkol tüketmek veya batıl bir takım
ritüellerden medet ummak bu akıl tutulmasının tezahürleridir.
Birçoğu
melankoliye kapılır.Ama yaptıkları hiçbir şey onları gerçekçi bir çözüme
götürmez. Tam manasıyla bir teslimiyet yaşarlar. İnsanların sergiledikleri
davranışlar ister aktif olsun ister pasif, “Saçmalık” felsefesini doğrulayan
davranış biçimleridir.
Camus,
Dr. Rieux anlatıcısının ağzından, yaşanan abesliği ve anlamsızlığı şu
cümlelerleifade eder:
“ Yetkililer görev başında ölen
gardiyanlara madalya vermeyi düşünerek bu herkesin eşit olduğu yere boşu boşuna
bir hiyerarşi getirmeye çalıştılar. Sıkıyönetim ilan edildiğinden ve belli bir
açıdan, hapishane gardiyanları da silahaltına alındığından, kendilerine
öldükten sonrası için bir askerlik madalyası verildi. Ancak tutuklulardan tek
bir protesto gelmese de, askeri çevreler bunu iyi karşılamadılar ve haklı
olarak, kamuoyunda üzücü bir karmaşa yaratabileceğine dikkat çektiler. Onların
isteğine uyuldu ve en basit çözüm olarak, ölecek olan gardiyanlara salgın
madalyası verilmesini düşündüler.”[3]
Bu
alıntıda görünürde anlatılmak istenen olağanüstü hal durumlarında devletin
kurumlarında düzenin değiştiği veya parçalandığıdır. Ama bunun da ötesinde
ölecek olan insanlara madalya verme peşinde olan insanların yaşadıkları saçma
durumdur öne çıkan. Ölüm kalım savaşı verilen bir ortamda madalyanın ne anlamı
vardır ki?Kurumlar alaşağı olmaktadır, ölüm kaçınılmazdır. Ve kaçınılmaz olduğu
kadar da soyuttur çünkü başka insanların ölümü insan algısını ölümün
somutluğuna ikna etmez. Bu yüzden yaşananlar gerçek değilmişçesine ölecek olana
madalyalar verilir. Anlamsızlığın farkına varamayan insanların anlamsız
uğraşlarıdır ölecek olana madalya veren zihniyetin imajıyla bize gösterilen.
“Saçma”
felsefesinin bazı kuramcıları “Saçma” olana bir son vermek için çözüm olarak
tek bir seçeneğe işaret ederler. O da intihar seçeneğidir. Dünya ile
uyumsuzluğu sonucunda kopuş yaşayan insanın kurtuluşudur bu. Ya da Camus’nün
ifadesiyle “Yaşam karşısında uyanıklıktan ışık dışına kaçış”[4]
tır. Camus düşüncelerinde bu noktada diğer felsefecilerden ayrılmaktadır. O
yaşamın anlamsızlığından dolayı melankoliye yakalananlardan ve intiharı
savunanlardan farklı olarak her şeye rağmen yaşamayı savunmaktadır. Bu da bizi
şiddetle savunduğu “Varoluşçuluk” kavramına götürmektedir.
Varoluşçuluk
felsefenin ana önermesini “Varoluş özden önce gelir” tümcesioluşturmaktadır. En
basit varoluş ilkesidir bu önerme.Dünyada maddeselolarak yer kaplamamız varoluş
kavramıyla, öz ise var olan insanın sonradan edindiği özellikler, düşünce
biçimi, yapıp ettikleri ve nihayetinde bilinci, iradesi ve seçimleriyle
tanımlanmakta ve anlamlandırılmaktadır.Yani Varoluşçu felsefeye göre insan
dünyaya geldiği anda maddesel anlamda vardır, öz ise sonradan deneyimle oluşur.
Ve asıl önemli ve öncelikli olan insanın uzamsal varlığıdır yani salt maddesel
varlığıdır. Eylemleri, rolleri, özellikleri ve sonradan kazandığı her şey
ikincil önemdedir ve sonraki aşamayı teşkil etmektedir. Varoluşun özden önce
geldiği önermesini şu sözleriyle açıklar Camus Dr. Rieux aracılığıyla:
“İnsanın
selameti benim için fazla iddialı bir laf.O kadar uzağa gitmiyorum ben. Beni
ilgilendiren onun sağlığı, öncelikle sağlığı”[5]
Varoluştan
sonra öze gelir Camus. Ve insanları kendi seçimlerinden ve davranışlarından
sorumlu tutar. Bilinç ve iradenindoğurduğusorumluluk kavramı insanı yaşayan diğer
canlılardan farklı kılan nitelikte anahtar bir kavramdır.Bu bağlamdaadaletsizliğin
ve ölümün önüne geçemeyen insan saçmalık felsefesinin aksine bilinçli olmalı ve
bu bilinçle yaşamın devamlılığını sağlamaya yönelik seçimler yapmalıdır. Geleceğin umutsuz ve sonucun ölüm olacağını
bile bilesorunları çözmeye çalışmaktan ve mücadele etmekten yanadır Camus.Seçim
dediğimiz şey ölüme mahkûmiyete veya yazgıya boyun eğmekle, mücadele etmek
arasındaki seçimdir. Ya daintihar ve her şeye rağmen yaşamak arasındaki seçimdir.
Veba’dan
örnek vermek gerekirse mahkûmiyeti kabul etmemekve mücadele etmek Dr. Rieux’nün
seçimidir.O tam anlamıyla bir varoluşçudur.
AmaCottard gibi mahkûmiyeti kabul etmek de bir seçimdir ve insanlar her
neyi seçerlerse seçsinler kendi seçimlerinden sorumludurlar.
Veba
romanında Dr. Rieux, ister hastalığın kendisi olsun, ister gönderme yaptığı
anlamıyla savaş olsun, ölüm ilk işaretlerini vermeye başladığı andan itibaren
çabalamanın tüm anlamsızlığına ve saçmalığına rağmen, çünkü ölüm kaçınılmazdır,
var gücüyle insanları yakalandıkları hastalıktan kurtarmaya çalışır.
Cinayet işlediği için tutuklanmaktan korkan
Cottard ise intihar girişiminde bulunur.
Hapse girip mahkûm olmaktansa ölmeyi tercih eder. Kurtulduktan sonra ise
vebanın git gide yayılmasından mutluluk duyar. Çünkü veba sayesinde
tutuklanmaktan kurtulmaktadır. Fark edemediği şey ise aslında ölüme mahkûmiyeti
seçmiş olduğu gerçeğidir. Salgının kuşattığı bir şehirde özgürce gezindiğini
zanneden Cottard ölümün pençesindedir aslında.
Cottard
her iki davranışıyla da bir mahkûmiyetiseçer, Dr. Rieux ise varoluş için savaşmayı.
Bu iki karakter “Saçma” ve
“Varoluşçuluk” kavramlarının birer temsilidirler.
Romanın
başka bir karakteri olan Rambert salgın başladığı andan itibaren Oran kentinden
kaçmaya çabalamaktadır. Şehir dışında kalan sevdiği kadına kavuşmak istemekte
ve bu uğurda her yola başvurmaktadır. Onun bu benmerkezci halini Dr. Rieux’nün
tutumu ile karşılaştırdığımızda,aklımızdaolumsuz bir etki
bıraktığını fark ederiz. Ancak Dr. Rieux’nün yani Camus’nün fikirleri farklıdır
bu konuda.
“Rambert
gibi insanların mutluluklarını yeniden yakalamak ve her türlü saldırıya karşı
korudukları, kendilerine ait olan o parçayı vebaya kaptırmamak için
harcadıkları umutsuz ve tekdüze çabalardan söz etmek gerekir. İşte bu,
kendilerini tehdit eden köleliği reddetme biçimiydi onların ve görünüşte bu
reddediş bir başkası kadar etkili olmasa bile, anlatıcı bunun anlamlı olduğunu
ve çelişkili de olsa, bunun içimizde barındırdığımız en gururlu şey
sayılabileceğini düşünüyor”[6]
der iyimser bir tavırla.
Doktor, Rambert’in kendi bireysel mutluluğu
için çaba göstermesini bile olumlu bir hâl olarak değerlendirir çünkü Rambert
yaşamaktan vazgeçmemektedir. Bu bencilce de olsa kendi varlığını korumaya
yönelik olumlu bir tutumdur. Doktorun eşinin de sınır dışında olduğunu
öğrendikten sonra, kaçmafırsatı bulduğu halde kaçmayıp, bireysel mutluluğundan vazgeçmesi
ve hastalığa karşı savaşan ekibe katılması ise bilincin ve iradenin etkisiyle
yapılmış erdemli bir seçimdir artık. Rambertseçimini insanların yani toplumun
yararınakullanmıştır. Önceden de değindiğim varoluşçuluğun önemli
kavramlarından bilinç, irade ve seçim kavramlarınınvurgusu bu örnekle
algılarımızdaçarpıcı bir biçimde anlam kazanır.
Albert
Camus’nün romana yaydığı saçmalığa ve varoluşçuluğa dair fikirlerini çok net
bir biçimde dile getirdiği bir alıntıya geçmek istiyorum. Bunlar, romanda Tarrou’ya mal edilmiş
düşünceler olarak çıkar karşımıza ve bir özet niteliğindedirler:
“…beni
asıl ilgilendiren ölüm mahkûmiyetiydi. Kızıl baykuşla hesabı kapatmak
istiyordum… Bir vebalı olmak istemiyordum, hepsi bu. İçinde yaşadığım toplumun
ölüme mahkûmiyet üzerine kurulu olduğunu biliyordum ve onunla mücadele etmekle
cinayetle de mücadele edeceğime inandım.”[7]
“…ölüme
neden olmaksızın şu dünyada tek bir hareket bile yapamıyorduk. Evet, utanç
duymaya devam ettim, hepimizin vebanın içinde olduğunu öğrendim ve iç huzurumu yitirdim.
Onları anlamaya ve kimsenin can düşmanı olmamaya çalışarak bugün hâlâ onu
arıyorum. Artık bir vebalı olmamak için ne yapmak gerektiğini ve huzuru ya da
huzur yoksa eğer, iyi bir ölümü umut etmemizi sağlayacak şeyin yalnızca bu
olduğunu biliyorum. İşte insanları kurtarmasa da avutabilecek, ya da en azından
onlara en az zarar verecek, hatta bazen de iyilik yapabilecek şey bu. İşte bu
nedenle, uzaktan ya da yakından, haklı ya da haksız nedenlerle insanları
öldüren ya da öldürmeyi haklı çıkaran ne varsa hepsini reddetmeye karar
verdim.”…” İşte yine bu nedenle bu salgının bana öğrettiği hiçbir şey yok,
onunla sizin yanınızda mücadele etmekten başka”[8]
Bu alıntıda kendi çağdaşı ve arkadaşı olan
varoluşçu Jean-Paul Sartre’a da gönderme yapmaktadır Camus çünküCamus’den
farklı olarak Sartre kendi Varoluşçuluk felsefesini Marksizm’le birleştirerek
oluşturmaktadır. Anlaşamadıkları bu noktadan dolayı Camus kendi varoluşçuluğunu
Sartre’ınkinden ayırmak içinbu alıntıda bir Marksizm eleştirisi yapmaktadır.Ama
neticede söz konusu olan temelde Saçmalık ve Varoluşçuluk felsefeleri olduğu
için bu bölümüalıntılamakta bir sakınca görmedim.
Konumu
özetleme aşamasına geldiğimde Albert Camus’nün “Saçma” kavramını insanın
dünyayla uyumsuzluğu ve bu uyumsuzluğun sonucunda gerçekleşen bir kopuş olarak
tarif ettiğini yinelemek gerekir. İşte bu kopuşu bertaraf etmenin iki yolu
vardır. Biri, anlamları intihar, melankoli ve boş vermişlik ve benzeri
kavramlar olabilecek teslimiyettir, diğeri ise Camus’nün savunduğu her şeye
rağmen mücadele etme erdemliliğidir. Ki bu yol insanın varoluşunu ısrarla,
yılmadan sürdürmeyi öngörür ve Varoluşçuluğun temel ilkesidir.
Veba
romanı “Saçma” ve “Varoluşçuluk” felsefelerinin güçlü bir metafor ve ince
dokunmuşbir olay örgüsüyle sistemli bir biçimde açıklandığı, hakikat arayışı
içine girmeden felsefi düşünceler ortaya koyan bir yapıttır. Hakikat arayışından
yoksun olması bence önemlidir çünkü hakikatin soyut kavramları yerine nefes
alıp veren somut insanı merkezine oturtmuştur.Gerisi boştur.
[1]
Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi:
Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.24
*Bu sözcük sözlük anlamı
“usa, mantığa uymayan, abes, saçma, boş, anlamsız” olan absürdesözcüğünün
karşılığı olarak çevirmen tarafından metnin bağlamı bakımından en uygun kelime
olduğu için bu şekilde çevrilmiştir.
[2] Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942,
EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can
Sanat Yayınları) s.37
[3]
Camus, Albert/ Veba/1947,EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret
Tanyolaç Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.172
[4] Camus, Albert/ SisifosSöyleni/ 1942,
EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Tahsin Yücel/25. Basım 2013/ Can
Sanat Yayınları) s.23
[5]Camus,
Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç
Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.218
[6]Camus,
Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç
Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.143
[7]Camus,
Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç
Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.247
[8]Camus,
Albert/ Veba/1947, EditionsGallimard, Paris (Türkçe Çevirisi: Nedret Tanyolaç
Öztokat/21. Basım 2013/ Can Sanat Yayınları) s.250