Blaubart,
Mavi Sakal İsviçreli yazar Max Frisch’in yaşarken yayımladığı son anlatısı.
Metni Ekim-Aralık 1981’de kaleme aldı. Önce Frankfurter Allgemeine gazetesinde
tefrika olarak yayınlanan metin, 1982 yılında da kitap olarak piyasaya çıktı.
Frisch’in Mavi
Sakal’ı aslına bakılırsa, Charles Perrault’nun 1697’de Paris’te yayınlanan
masal derlemeleri arasında yer alan bir Fransız masalının parodisidir. Masalın
kahramanı Şövalye Blaubart (Mavi Sakal) mavi sakallı, büyük mü büyük bir saraya
sahip, zalim bir kraldır. Günlerden bir gün ormanda yaşayan bir adamın kızıyla
evlenir. Kız, kralın yüzünü mavi sakalından dolayı çok korkunç bulsa da evlenir
onunla, zaten kendisine de fikri sorulmamıştır. Zamanla mavi sakallı bu yüze
alışır. Kral bir gün seyahate giderken kraliçeye, saymakla bitmez sayıda odası
olan sarayın anahtarlarını teslim eder ve içlerindeki altın anahtarla açılan
odayı girmemesini tembihler. Ancak kraliçe merakını gideremez odayı açar ve
odada kralın daha önceki evlendiği bütün kadınların kana bulanmış ölü
bedenlerini bulur. Kral döndüğünde olanları anlar ve bu karısını da tıpkı
diğerleri gibi infaz etmek ister. Çünkü kadın kralın sözünü dinlememiş, ona
itaatsizlik etmiş ve yasak kapıyı açmıştır. Bunun cezasız bırakılmasıysa kral tarafından
söz konusu bile değildir: Kadının itaatsizliğinin cezası ölümdür. Masal,
değişen görüşlerle opera, tiyatroya, sinemaya uyarlandı bunun yanı sıra Ludwig
Tieck, Alfred Döblin, Peter Rühmkopf, Karin Struck vb. birçok Alman yazarın
ilgisini çekerek yazınsal metinlerine konu oldu.
Max
Frisch’in Mavi Sakal’ına gelince, yaşlanmış bir adamın hayatına giren çoğu
kadından oluşan insanlar üzerinden kendi bireysel kimliğini sorgulaması olarak
görülebilir kabaca. Anlatısının başkişisi elli dört yaşındaki FelixTheodor Schaad
yedi kez evlenmiş bir hekimdir. Altı eşinden boşanmış olan Dr. Schaad eski
eşlerinden biri, Rosalinde Zogg’un ölümünden sorumlu tutularak yargılanır.
Rosalinde Zogg evinde Schaad’ın kravatıyla boğulmuş, ağzında bir kadın peti
tıkıştırılmış halde ölü bulunur. Olayın soruşturması on ay sürer. Dava ise üç
hafta. Sanık sandalyesinde oturan Schaad’ın hayatına çeşitli nedenlerle girmiş
61 kişinin tanıklığına başvurulur. Sanık, davanın bitiminde “delil
yetersizliğinden” beraat eder. Beraat etmiş olmak, suçsuzluğun kanıtlanmasıyla
eşdeğer değildir elbette. Sadece
deliller onun yargılanmasına neden olacak denli güçlü değildir. Dava, anlatının
da temelini oluşturarak Dr. Schaad’ın iç dünyasında devam eder, içsel bir
sorgulamaya, dahası bir kimlik hesaplaşmasına dönüşür. Öyle ki sonunda kendisi
bile suçlu olduğuna dair endişeler duymaya başlar. Metin tüm bu endişeler,
anılar, rüyalar, mahkeme salonunda yaşananlar üzerine kurulur. Hayal ve
rüyanın, imge ve gerçeğin, doğrular ve yanlışların, iç ve dış dünyanın
sınırları incelir ve birbiri içinde erir. Metinde ben’in iç dünyasına ait
çatışmalar anlatıcının öykülemeleri ve diyaloglar arasındaki sınırların da
yitmesine neden olur zaman zaman. Bir
yandan da monologlar ve diyaloglar üzerine kurulu tiyatrovari türsel özellikler
taşır. Belleğin derinliklerinden gelen ve anımsanmaya çalışılan görüntüler
kesik kesik, kısa, yalın cümlelerle aktarılır. Dünle bugün, iç ve dış dünyanın
birbiri içinde erir. Anlatıcının iç konuşmaları, savcının, hâkimin, savunma
avukatının, Schaad’ın eski eşlerinin, dostlarının, çocukluk arkadaşlarının,
mahalle sakinlerinin hatta ölmüş annesinin ve cinayet kurbanı Rosalinda Zogg’un
konuşmalarına karışır. Sabit kalan bir tek şey Schaad’ın anlatının başkişi
konumudur. Davada tanıklık eden farklı kadınların konuşmalarının birbiri içinde
erimesi, onlar arasındaki sınırların enikonu görünmezliği tüm kadınlardan tek
bir kadın imgesine dönüşen genel bir yargıyı da beraberinde getirir.
Sorgulama
sırasında Schaad’a halen evli olduğu, yedinci karısı Jutta tanık sandalyesinde
otururken ondan “Mavi Sakal” diye söz eder. Magazin basını hiç fırsat
kaçırmadan ‘Şövalye Mavi Sakal yargı karşısında” diyerek Schaad’ın
masumiyetinden de şüphe duyarak Mavi Sakal adını manşetine taşır.
Schaad’ın masal kahramanıyla olan benzerliği salt daha
önce tıpkı kral gibi altı kez evlenip boşanmış olması değildir elbette. Tanıklık
eden kadınların konuşmalardan anlaşılan, geride kalan sadece kişilerin
birbirine değmeden bıraktıkları bir ilişkiler yığınıdır. Schaad’ın evli olduğu
kadınlar, arkadaşları, akrabaları ona ifadeleriyle zarar vermek istemezler,
oların gözünde bir “Beyefendi”dir. Gelgelelim Schaad açısından bakıldığında
yakın dostluklar, arkadaşlıklar ve çok tutkulu aşklar, yaşadığına ilişkin veriler yoktur. Masal
kahramanı Mavi Sakal için de aşkın, sevginin bir önemi yoktur; yerine
getirilmesi gereken görevler ve roller vardır: Seyahate giderken ‘altın
anahtarı kullanmayacak olan, kendi sözünden dışarı çıkmayan itaatkâr bir kadın’
ister kraliçesi olarak. Bunu gerçekleştirmeyen kadınlarsa cezalarını çekerler.
Schaad’a baktığımızda da evliliklerinde büyük aşklar ve sevgi örnekleri görmek
pek olası değildir. Kendisi evliliği sırasında başka kadınlarla zaman
geçirmekle birlikte, eşinin sadık, itaatkâr olmasını bekler bu doğrultuda da
son derece de kıskanç tavırlar sergiler. Herkesçe bilinen bu kıskançlığı,
kadınlarla ilişkilerinin temel taşı gibidir. Kıskançlığının tartışmalara yol
açtığını, kendisine kıvrılan şiddet eğilimleri izler. Kıskançlık, evlilikteki
aldatılma korkusunun dışavurumudur. Kadınların evlilikte itaatkâr olmayacakları
şüphesiyle Schaad abartılmış kıskançlık krizleri yaşar. Kadınları Mavi Sakal
gibi öldürmez, onun kadar zalim de değildir, Schaad kıskandığı kadınlarla evlilik
akdini feshederek daha farklı, bir ceza türünü yeğler. Kıskançlık ve bunun
uzantısında ortaya çıkan ‘itaatkârlık beklentisi’ bir saplantıya dönüşür,
saplantıları ise onu yalnızlaştırır, tıpkı Mavi Sakal gibi. Bu yalnızlık diğer
anlatı kişilerinden, yaşadığı çevredeki insanlardan farklı biri yapar. Yaşam
biçimi, yaşama bakışı onu ayrıksı kılar.
Bir yanıyla masal kahramanı Blaubart’a benzeyen, öte yandan çevresindeki
insanlara rağmen kendi yalnızlığına sığınmış, zayıf düşmüş bir Orestes’le karşı
karşıyayızdır. Davanın kapanmış olmasına rağmen Schaad’ın iç dünyasında hala
devam ediyor oluşuyla, bir anlamda da Montauk anlatısındaki “Erinisler
beni nerde kıstıracak?” sorusuna yanıt arar gibidir. Erinys’ler onun da peşini
bırakmazlar. Metinler boyu ardından gelmiş ve ona her defasında işlediği
suçları anımsatmak ister gibidirler. Ancak işlenen suç nedir? Bellekte bugün
etkisini gösterecek denli güçlü kalan imgelerde yatar nedenleri anlatıcının
çocukluğunda küçük bir tavşana zulmedişini, onun arzularına dayanan, şiddet
içeren cinsel bir imgeyi ya da kadınlarla olan ilişkilerindeki aksaklıkları
öncelediğini fark edebiliriz. Hangisidir suç ya da kabahat içeren? Kaynağını
tanıklar arasında yer alan oğlunun işaret ettiği “Babam bir egoisttir”
cümlesinde buluruz. Frisch’in önceki roman ve anlatılarında da aynı özellikteki
erkek tiplemelerine sıklıkla rastlanır: WalterFaber, Stiller, Don Juan ya da
Montauk anlatısının başkişisi eril söylemle merkeze çekilerek
öyküleyen/öykülenen, egoist erkek figürlerdir hep. Sözgelimi Montauk’ta
da kadınlarla olan ilişkilerini uzun uzadıya mercek altına alan bir ben
anlatıcının, ilişkilerinin çıkmaza girdiği bir noktada, uzun bir kararsızlık
sürecinin ardından, kadınlardan vazgeçtiğini görmek olası. Bunun nedenleriniyse
sevmekten korkan bir erkek, dış gerçeklikte yaşanacak aşklar ve sorunlarla
karşılaşmaktansa yazının güvenli ortamında bu aşklar ve ilişkiler üzerine
tartışmayı, düşünmeyi, kendini kurmacanın olanaklarıyla sorgulamayı yeğleyen
bir anlatıcının söyleminde bulmak olasıdır.
Varoluşunu kendi benine odaklanarak sorgulayan böylesi figürler kendi
bireysel kimlikleriyle toplumsal rolleri arasında kalırlar. Yaşadıkları durum
bir süre sonra onlar için içinden çıkılamaz bir ikilem halini alır ve seçim
yapmak zorunda kaldıklarında genelde enikonu kararsız duruma düşerler.
Kararsız, seçim yapmakta güçlük çeken, aynı sorunun çevresinde defalarca dönüp
duran erkek tiplemeleri Frisch’in birçok yazınsal metninin ortak özelliğidir.
Kararsız da olsa metnin odağına çekilen eril figürler
kendi kimlik arayışları sürecinde hep bir “öteki”ne gereksinim duyarlar.
Genelde de Frisch’in kadın figürleridir “öteki”lik konumunu işgal eden. Kendini
“Mutlak Varlık” olarak değerlendiren Frisch erkeği için yeni bir hayatın
izinden gidebilmek sadece bir kadınla girişilecek ilişkinin açtığı yolla
gerçekleşecektir. Frisch kişilerinde ideal bir kimlik, ideal bir kadın erkek
ilişkisinin ürünüdür adeta. Yine de kadın anlatılarının birçoğunda yabancı bir
kıta gibi görünür ve yalnızca kendisini bulmasında, kendisine yönelmesinde
aracıdır. Kurduğu ilişkilerde kendisini tamamlamak ister. Bu bağlamda da ona
kendine doğru gidilebilecek en doğru patikayı gösterecek olanı bulma yolunda
hep bir arayış içindedir. Mavi Sakal anlatısında kendi suçluluğunun ve
bireysel kimliğinin ardına düşmüş erkek figürü öylesine merkeze çekilmiştir ki,
tüm kadınlar belirli hedeflere ulaşabilmek için yaratılmış anlatı figürleridir
sadece. Kimisi fahişe, kimisi ev kadını, kimisi anne vb. özellikleriyle
gösterilir metinde. Tek boyuta indirgenmiş kadınlar neredeyse fabllardaki
tiplemeler gibi bir tek özelliğiyle metinde görev alan, nesne’leştirilmiş,
yüzeysel, karton anlatı öğeleri halini alır. Tanık sandalyesine oturan
Schaad’tan kanunen boşanmış olan kadınlara “Bayan Schaad” diye hitap edilir.
Tüm bu yinelemelerde Schaad’ın alter egosuna dönüşen kadınların görünmezliği,
silinişiyle ilgili olmakla birlikte bir türlü yolunda gidemeyen evliliklerin
yinelenişine de işarettir. Bu yinelemeler arasında kadın imgesini betimleyen
anlatıcı, kadınların ne kadar zayıf ve çaresiz konumda olduklarını ima eder,
Schaad’ın evlendiği kadınların varolma, ayakta durabilme nedenlerini de yine
anlatı kişisinin kendisi olduğunu savunur:
Frisch kadınlarının birçoğu kimi genç yaşı, kimi hayat
karşısındaki duruşu, kimi varlığıyla anlatı kişisine bir tehdit unsuru olarak
mevcudiyet kazanır. Sözgelimi Schaad’a göre birçok kadında aldatma potansiyeli
oldukça fazladır. Kadını elde tutma arzusu, kaybetme korkusu bunun tezahürü
olarak kıskançlık kadın-erkek ilişkisinin kaçınılmazıdır. Evli olmak Schaad
için cinsiyetler arasındaki farklılığın mekânsal kodlarını kurumsallaştırmak
anlamına gelir. Kıskançlık, şiddet ve iktidar mevcudiyetini bu mekânsal boyutta
kazanır. Ailenin özel alan sınırlarıyla belirginleşen bu mekânda eril kimlik
kendini inşa ederken ötekileştirilmiş olan kadın, gözlem ve kontrol altında
tutulur olası itaatsizliğini engelleyebilmek için. Böylesi bir önyargıya
dayandırdığı aşırı kıskançlığı ve kadına hâkim olma arzusu metindeki kadınların
nesneleştirilmesinin, metin içindeki varlığının değil yokluğunun nedeni halini
alır. Anlatıda yer alan tüm kimliksiz, bedensiz kadınlar, cinsiyetler arası
kurulan hiyerarşide eril iktidarın başatlığının metne yansımış biçimleridir. Eril özne, kendi varoluş sorunsalına odaklanarak kadını
önemsiz, itaat etmek zorunda olan, yaşamını kendi başına idame ettiremeyen cins
olarak betimler. Eril söylem metin içinde doğallaşırken kadının, cinsiyeti ve
toplumsal cinsiyetinin sınırlarını belirleyici bir tavır alır. Bu bağlamda
yazının sınırsız mekânında, eril öznenin kendine ilişkin kimlik kategorilerini
tanımlama çabasında, toplumsal cinsiyet normlarını sabitleştirmesi dişil
bedenin bağımlılığını arzulayan ve yaşamsal seçeneklerini kısıtlayan bir görüşü
de barındırmaz mı?
*MaxFrisch,
Montauk