Leander Haußmann’ın yönettiği
Sonnenallee filmi ilk kez 1999 yılında yayınlanır. Film Haußmann’ın
gençlik yıllarının geçtiği DDR’daki hayatı konu alır.
Sonnenallee; Micha ve arkadaşlarının yaşadığı ‘uzun kısmı batıda ve kısa kısmı doğuda olan bir caddedir[1]. Micha ve arkadaşları askerliğe gidecek çağdadır, DDR’ın katı yönetimi ve baskısı altında özgürlüklerini ve hayat gayelerini bulma çabası içinde, hayallerle dolu gençlerdir. Bir yandan üniversiteye mi yoksa ülkeleri için 3 yıllık askerliğe mi gidecekleri sorusu kafalarındayken, bir yandan da aşklarının, ideallerinin ve ünlü rock gruplarının plaklarının peşinden sürüklenmektedirler.
Sonnenallee; Micha ve arkadaşlarının yaşadığı ‘uzun kısmı batıda ve kısa kısmı doğuda olan bir caddedir[1]. Micha ve arkadaşları askerliğe gidecek çağdadır, DDR’ın katı yönetimi ve baskısı altında özgürlüklerini ve hayat gayelerini bulma çabası içinde, hayallerle dolu gençlerdir. Bir yandan üniversiteye mi yoksa ülkeleri için 3 yıllık askerliğe mi gidecekleri sorusu kafalarındayken, bir yandan da aşklarının, ideallerinin ve ünlü rock gruplarının plaklarının peşinden sürüklenmektedirler.
Micha’nın ailesi pek de devlet dostu
fikirlere sahip değildir. Babası sürekli doğu yapımı aletler ve eşyalar
hakkında şikayette bulunurken, annesi de Batı Almanya’yı görme hayalleri kurar,
bir yandan da Micha’nın batıda oturan dayısı Heinz onları ziyarete gelir,
gelirken de sınırdan gizlice geçirdiği hediyeleri getirir. Micha’nın arkadaşı
Mario kız arkadaşı Sabrina’nın varoluşcu ve özgürlükçü fikirlerinden
etkilenerek salt özgürlük peşinde koşar. Onlardan yaşça küçük arkadaşları
Wuschel’in tek hayali, Rolling Stones’un yeni çıkan plağı “Exile On Main
Street”e kavuşabilmektir. Micha ise mahallenin en alımlı kızı Miriam’a aşıktır.
Miriam da doğu ile ilgili her şeyden bıkmış usanmış ve batılılık kavramı onun
için her şeyden güzel ve ilgi çekici olan bir kızdır.
3. Reich’ın çöküşüyle birlikte
sona eren 2. Dünya Savaşı sonrası adeta iki Almanya yaratılmıştır. Biri batıda
kapitalist bir düzene sahip Almanya Federal Cumhuriyeti (BRD) biri de doğuda
‘komünist bloğun ekonomik açıdan en üretken devleti’ ve ‘Sovyetler Birliği’nin en güvenilir destekçisi[2] olan Alman Demokratik Cumhuriyeti
(DDR).
Almanya’nın savaş sonrası kaderi
İngiltere, SSCB, Fransa ve ABD’nin ellerine bırakılmıştı. İngiltere, ABD ve
sonrasında Fransa’nın da desteği ile Sovyetlerin işgal sınırına kadar olan batı
bölgesinde kapitalist sisteme uygun demokrasinin hüküm sürdüğü bir devlet
kurulurken, doğuda Sovyetler’in desteğiyle komünist bir devlet kuruldu. Batı
bölgesinde görünürde daha demoktratik, çok partili bir siyasi sistem hakimken,
doğu bölgesinde iktidarın izin verdiği partilerin seçimlere katılabildiği
dolayısıyla sözde demokratik bir diktatörlük hüküm sürmekteydi. Batıda daha
özgür, ekonomik anlamda refah düzeyi daha yüksek bir toplum hayat sürerken,
doğudaki toplum daha baskıcı ve otoriter bir sistemin sınırları içerisinde
basit ve ucuz doğu üretimi mallarını kullanmakta ve batılı olan her şeyin yasak
olduğu ve düşman kabul edilmesi gerektiği bir sistemin içinde yer almaktaydı.
Berlin'in Paylaşımı |
Doğuda yaşayan insanların çoğu mevcut
düzenden memnun değildi. Bu yüzden sürekli batıda refah içinde yaşama
hayalleriyle doğudan batıya kaçıyorlardı. Bu durum da DDR aleyhineydi, çünkü
kaçanların çoğunluğu DDR ve sistemini kalkındırmak adına asker olacak veya
fabrikalarda çalışacak potansiyele sahip, vasıflı ve donanımlı gençlerdi. Bu
kaçışların büyük bir kısmı Berlin üzerinden gerçekleşiyordu. Devlet kaçışlara
engel olmayı başaramadı. Ta ki Berlin Duvarı’nın inşa edilmesi kararı alınana
dek. Bu duvar Batı Berlin’i çevreleyen ve aşılması mümkün olmayan bir duvardı.
Batılı vatandaşlar sınırdaki katı kontroller eşliğinde Doğu Berlin’i ziyaret
etme hakkına sahipken doğulular için böyle bir imkan kesinlikle söz konusu
olamazdı.
Batılı insanların duvarın arkasına tribünler
inşa edip doğudaki hayatı izleyerek kendi sistemleriyle böbürlendikleri, doğulu
gençleri aşağıladıkları bir dönemde yaşıyor Micha ve arkadaşları. “Hey Doğulu,
“Mars” ister misin?”, “Onları beslemek yasak!”, “Tişörtün de ne kadar
güzelmiş!” gibi sözlerle aşağılanıyorlar. Bu durum filmde çok çarpıcı bir
şekilde aktarılır, batılı insanlar doğuluların aç ve fakir olduklarını
düşünmektedirler, oysa hiç de düşünüldüğü gibi aç değillerdir, hele fakir hiç
değillerdir, hatta yiyecekler son derece ucuzdur. Tek problemleri paralarını
devletin belirlediği sınırlar içinde kullanabiliyor oluşlarıdır. Micha
“beat-moda, havalı” bir tişört bulamayacağından, üzerine Rock & Pop yazdığı
kendi tişörtünü giymektedir. Bu fakirlik ve açlık fikrini otobüs sahnesinde de
çok iyi görmekteyiz. Amerikalı ve Batı Berlin’de yaşayanların yolculuk ettiği
bir otobüs sınırdan geçmeden önce Micha ve Mario otobüsün arkasından “Hunger,
Hunger!”[3] diye
bağırıp eğlenirler. Öyle ki yolcular bunu son derece ciddiye alıp onlara
acırlar, Amerikalı çift ise onları Afrika’da gördükleri çocuklara benzetirler.
Bunların yanı sıra devletin de bu duruma hiç kulak asmaksızın kendinden emin
davrandığını görürüz. Micha’nın dayısı Heinz sınırdan geçerken çantasından çıkan
liçiyi[4] gören sınır polisi “Batıda bunu
yediğinize göre çok fakir olmalısınız der.” Böyle bakıldığında aslında iki
Almanya’nın da birbirlerinden bir haber olduğu anlaşılır.
Komünizm ve her şeyin ucuz olması da elbette
beraberinde bazı sorunlar getirir. Ucuz fiyatla satılmak üzere üretilen eşyalar
pek de kaliteli bulunmaz filmde. Micha’nın babası doğu mallarından ve doğu
üretiminden hoşnut değildir. Evdeki “Mu-Fo-Ti”[5] yi kullanmayı pek beceremez ve masayı açmaya çalışırken “Dandik Doğu
malı!” diye söylenir, kızının parti sempatizanı erkek arkadaşı durumdan
rahatsız olunca “O zaman gitsin yoldaşlarıyla yapay kahve içsin.”
der. Yine sınır memurunun Heinz dayıya bir gün sınırdan geçerken
bahsettiklerinde de doğu mallarıyla ilgili ipuçları buluruz. Fakat bu sahnede
memur doğu mallarının basitliğinden ve sıradanlığından övgüyle bahseder, Japon
markası radyoların karmaşıklığından yakınır. Ne yazık ki memurun doğu üretimi
radyonun fişini prize takma girişimi elektrik kesintisine sebep olur. Sonuç
olarak doğu mallarının ucuzluğu, kalitesizliği ve batılı ürünlerle
karşılaştırılması filmdeki önemli motiflerdendir. Batılı malların
gösterişliliğine dair ‘sınıf düşmanı’ diye anılan, daha sonra park görevlisi
olduğu anlaşılan yakışıklı gencin kullandığı son model spor arabalar da örnek
gösterilebilir.
Filmde devlet kontrolü ve baskısı en yoğun
işlenen konulardandır. Öyle ki Sonnenallee tam da sınır bölgesinde, DDR
sisteminin batıdan en keskin şekilde ayrılması gereken yerdedir. Bu nedenle
polis tarafından her daim kimlik kontrolü yapılır, sınırdan geçecek olanlar sıkı
bir şekilde aranırlar. DDR için tehdit oluşturabilecek her şey yasaklanmıştır.
Batılı müzikler ve varoluşçu yazarlar gizli gizli takip edilir. Plaklar ve
dergiler ancak karaborsadan edinilebilirler, şarkılar zor çeken radyo
kanallarından bireysel çabalarla kasete çekilirler ve bu kasetlere de
bulunulmaları durumunda el konulur. Eğitim sistemi tam da partiye ve siyasi
düzene övgülerle dolu ve mevcut düzeni sorgulamaya, ona aykırı davranmaya
boşluk bırakmayacak şekilde kurulmuştur. Bir öğretmenin öğrenciye sözlü yaptığı
sahnede çok açık görürüz: Öğretmen küçük Jennifer’a hangi ülkelerdeki
çocukların durumunun kötü olduğunu sorar; Jennifer da “Amerika, Fransa ve
İskandinavya.” diye cevap verir. Burada kapitalist düzene sahip ülkelerin nasıl
kötülendiği ve düşman kabul edildiği açıkça sahnelenmiştir. FDJ[6] kurumu gençlerin birlik, beraberlik
ve yoldaşlık duygularını körüklemek adına aktif bir rol
oynamaktadır. Doğuda yaşayanlar devletten korkmaktadır. Stasi[7] olduğunu düşündükleri komşularına
–haklarında üslerine kötü rapor vereceğini düşünerek-, polis memuruna yalakalık yaparlar.
Fakat devletin korkusu da görülür filmde, güç ve kontrol uğrunda nasıl
davranıldığını, insancıllıktan çıkmış sinirli polisleri görürüz. Wuschel
sevgili plağına kavuştuktan sonra evine dönerken, elektriklerin kesilmesi
üzerine alarma geçen polis ona durmasını emreder; fakat Wuschel yasak plağına
el konulacağı korkusuyla, evine, müziğe doğru koşmaya devam eder. Ancak polis
görev bilinci ve düzen saplantısıyla –yanlış yaptığını bile bile- ona ateş
eder.
Filmin sonuna doğru Micha resmi
dairede silah kullanmayı reddettiğini söylemesi üzerine, ‘işçi diktatörlüğünün
ne demek olduğunun ona gösterileceği’ cevabını alır. “Ben yokum, kesinlikle
yokum!” demesi üzerine “Öyle sanıyorsunuz.” der memurlar. (Binadan çıkarken can
dostu Mario’nun askerliğe yazılacağını fark ettiğinde ise olanlar çok
çarpıcıdır.)
Micha, Miriam için
yazdığı yalancı günlüklerde sistem hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirir:
“Artık 14 yaşındayım ve kimliğimi yeni aldım. Bundan sonra bir rakamım, bir
numarayım. Bir sistem içinde sadece bir kişisel kimlik numarası… İnsanlık dışı
bir sistem içinde...”, ”Bu ülke sıkan ayakkabılar gibi, hareket edemiyorsun,
sadece hayal edebiliyorsun.”
“İnsanı ruha giden yoldan işte öylesine sapmış görüyordum; hayvanlardan, maymunlardan farksız, dünyanın ilk yaradılışındaki hedeflerin peşinden, alabildiğine hoyrat ve azgın, seğirtip duruyordu; insanları süse püse, ıvır zıvıra öylesine düşkün durumda görüyordum ki, geçici bir zaman fena bir yanılgıya kapılmaktan yakamı kurtaramadım, belki dedim kendi kendime, ruha götüren bir yol olarak insanın yüzüne çoktan kapandı kapı, insan geri saymaya başladı, ruh denilen pınar doğanın bir başka yerinde kendine kaynayıp fışkıracak bir başka yer aramaya koyuldu.”[8]
Fakirliği, devlet baskısını, gösterişli arabaları, eğitim sistemini, Rolling Stones’u, Doğu ve Batı’yı bir kenara bırakalım. Sadece, sokağın en güzel ve ulaşılmaz kızı Miriam’ın ilk göründüğü sahneyi düşünelim. Miriam sokağa çıktığı anda düzen adına, sistem adına ne varsa durur, herkes güzelliğin ve sevginin büyüsüne kapılıp yaptığı işi bırakır. Her ne kadar saniyeler sonra işlerine, görevlerine dönseler de Miriam onlara kısa bir süreliğine de olsa ruhlarını oyaladıkları her anı unutturur. Sonunda o da Micha ile gerçek sevgiyi tattığında “Batılıların daha iyi öpüştüğünü sanırdım.” der, onun bile bunca zaman kendi ruhunu nasıl sakladığını ve hiç farkında olmadığını anlarız. Tıpkı güç, birlik ve kontrol ile kusursuz bir düzen kuracağı yanılgısına kapılan politikacılar ve askerler gibi, kimse ruhunun farkında değildir. Nihayet film mutlu sonla biter, müziğin güzelliğiyle herkes ruh yolundan sapan fikirlerinden kurtulur ve dans ederek özgürlüğe, sınıra doğru safça ilerlerler. Ve bu ruh kendini Micha’nın son sözlerinde açığa vurur: “Bir zamanlar bir ülke varmış ve ben o ülkede yaşadım. Nasıldı diye soracak olursanız; hayatımın en güzel yıllarıydı, çünkü genç ve aşıktım.”
[1] Micha filmde böyle bahseder Sonnenallee’den.
[2] Mary Fulbrook’a göre. Almanya’nın Kısa Tarihi adlı kitaptan alınmıştır.
[3] ”Açım, açım!”
[4] Liçi: Çin’in güneyinde yetişen kabuklu bir meyve.
[5] Almanca: Multifunktionstisch. Türkçesi: Çok fonksiyonlu veya çok amaçlı masa.
[6] FDJ: Freie Deutsche Jugend: Özgür Alman Gençliği.
[7] Stasi (Staatssicherheit) bir tür devlet güvenlik örgütüdür.
[7] Stasi (Staatssicherheit) bir tür devlet güvenlik örgütüdür.
[8] Hermann Hesse’den alıntı. Eser bilgileri kaynakçada belirtilmiştir. (Y.N.)
-http://www.german-films.de/filmarchive/browse-archive/view/detail/film/sun-alley/
-Mary Fulbrook - Almanya'nın Kısa Tarihi Syf.: 197-235 Çev: Sabri Gürses
-http://www.cineclub.de/filmarchiv/sonnenallee.html
-Landesinstitut für Schule und Medien Berlin-Brandenburg (LISUM) - Die DDR im Film [www.drr-im-film.de]
- http://www.spiegel.de/kultur/kino/sonnenallee-musik-der-freiheit-a-45232.html
- http://www.mauerfall-berlin.de/ddr/internetseiten-zur-ddr/
- http://www.jugendopposition.de/index.php?id=2887
- http://www.ddr-fotografie-riemann.de/
- Hermann Hesse – Öldürmeyeceksin (Seçme Denemeler, YKY) Çev: Kâmuran Şipal